Can Güngör üç yılın ardından gelen ilk yeni teklisi “beni burada üzen bir şey var”ı geçtiğimiz günlerde bizlerle paylaştı. Güngör ile Zoom’da buluşup kafamızdaki soruları ilettik, ortaya aşağıda okuyacağınız sohbet çıktı.
Nasılsın, keyifler nasıl?
Can Güngör: Fena değilim. Bakınca release yaptık ama hani bir heyecanı var mı desen tam da yok. Tuhaf zamanlar ya. Alıştırdı ülkemiz bizi bu tuhaf zamanlara, ama yine de her seferinde yeni bir duyguyla, bu sefer ne olacak merakıyla umutlu durmaya çalışıyoruz. Bir şeylerin iyiye gideceğine dair bir inanç var ki birlikte hareket edebiliyoruz.
Ne diyeyim? Daha iyi günleri hak ediyoruz ya. Sadece onu söyleyebilirim. Bazen kendimizi sandığımız kadar az da değiliz. Onu düşünmek iyi geliyor. Gezi zamanında da böyle hissetmiştim. İnsan kendini küçük bir kalabalıkmış gibi zannediyor ama bir bakıyorsun, senin gibi milyonlar var. Onlar bizler meselesi de değil bu; ama bir şeylere itiraz etme kültürü olan, bir şeylerin daha iyi olması gerektiğini düşünen insanların sayısı hissettiğimiz kadar az değil. Bu dönemde yine onu görmüş olduk. Z kuşağı sürprizini yaptı. Haklarında saçma önyargılar vardı aslında. O önyargıları patlattılar bu sefer. Harika, gurur ve umut verici. Umarım istediğimiz ülkede yaşamayı başaracağız böyle mücadele ede ede.
Z kuşağına dair önyargılar demişken: Zaten genelde her kuşak sonraki kuşaklara karşı önyargılı oluyor. Ama aslında tıpkı insanlığın kendisi gibi her kuşağın içinde bir umut, bir de karanlık var.
Evet. Ne bileyim, 3000 yıl önce de böyleymiş bu. Sümer tabletlerinde de yazıyor sanırım benzer şeyler, “Gençler hiçbir şey yapmıyor, yan gelip yatıyorlar, tembel bunlar,” falan… Genç kuşağın büyük kuşak tarafından gömülmesi yeni bir icat değil yani, eski bir konu. O tuzağa düşmemek lazım. Her neslin kendi güzelliği, sürprizi var. İnsanlık da öyle ilerliyor. Her şey bizim beklediğimiz ve istediğimiz gibi olsa dünyada, insanlar daha iyi olmazdı ki.
Yeni şarkın “Beni Burada Üzen Bir Şey Var”ın hikâyesini konuşalım. Her ne kadar o sürede boş durmasan da yeni şarkı anlamında üç yıllık bir arayı sonlandıran bu tekli nasıl ortaya çıktı? Yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor mu sence?
Aslında çok eski bir şarkı. Paylaşırken de yazdım, gören görmüştür belki. 2020 yılında yazmıştım. Bu ve “Genetik” kardeş şarkılar. Anlattığı şeyi pandemi dönemindeki varoluşsal buhranlar gibi özetleyebilirim, ama tabii ucu bucağı bambaşka yerlere uzanıyor. İki şarkıda da farklı tonlar var. Hatta ikisini bir EP’de toplayayım gibi hesaplarım vardı, ama işler öyle ilerlemedi. Bu zamana kaldı. Yine de bu şarkıdan sonra kendimce yeni bir dönem başlatmaya çalışıyorum aslında. Bu eskidi bile benim için, beş yıl oldu. Bir geçiş basamağı gibi algılamaya çalışıyorum.
Kendime pandemide bir hedef koydum. İkinci albümüm Sular Dar’da müzikal fantezilerin fazla olduğu, nefesliler yaylılar duyduğun, formun, şarkı sürelerinin çok uzun olduğu bir şey yaptım. Bu beni çok tatmin etti. Bir müzisyen olarak külliyatımda öyle bir albümün olması bana gerçekten gurur veriyor yani. Fakat ondan sıkıldım. O şekilde müzik yapma fikrine doyduğumu fark ettim. Kendime pandemi zamanı daha sade şarkılar yazmalısın dedim. Daha sözün ön planda olduğu, daha şarkıcıyı duyduğun… Aslında ikinci albüm yine de öyleydi, ama müzikle hikâyenin yarıştığı anlar olabiliyordu. Anlama destek de oluyor, büyütüyor da, ama dinleyici perspektifinden bakınca biraz fazla distraction var. Kendime sadeleşme hedefi koydum. Bu şarkı da, “Genetik” de biraz öyleydi. İkisini daha sade ve daha net, direkt şarkılar yazma dönemime geçişimin iki basamağı gibi görüyorum.
Yeni bir dönem başlıyor gibi olacak, ama albüm yapamam. Düşünüyorum, yakın vadede zor. O yüzden elimdeki şarkıları toparlayıp, tekliler halinde atacağım. Dediğin gibi üç yıl oldu. Boş asla durmadım, bir sürü şey yaptım; ama kendim için çok bir şey yapamamış oldum. Yeni yayın çok olmadı. Bir konser albümü yaptık, o kadar. O açığı kapatmak için yeni şarkıları yayınlamak istiyorum. Bunun beni de oyunda tutacağını düşünüyorum. Çünkü yapmadıkça insan biraz daha dışarıya itiliyor. Şimdi biz konuşurken tekliyi çıkaralı iki gün oldu. Hoşuma gitti yeni bir şarkı çıkarmış olmak. Sahnede de aynı şarkıları söylemekten bazen yoruluyorum. Ya diyorum, kırk tane daha şarkım var, on yıldır hâlâ Silik Düşler ve Sular Dar çalıyoruz. O repertuara da yeni şeylerin eklenmesini istiyorum. Albüme gitmeyecek ama yeni şarkıların olduğu bir dönem geliyor diyelim, bir yerden sonra bir albümde de toplanacaklar tabii ki.

Singer-songwriter kimliğiyle öne çıkan bir şarkıcısın, yazdığın sözleri de çok takdir ediyorum-
Teşekkür ederim.
“Beni Burada Üzen Bir Şey Var”ın sözlerinde bir zamansızlık teması görüyorum. Elden kayan, yetişmeyen bir şeylere yönelik kaygılarını dillendiriyorsun gibi. Orta yaş krizi desem kaba mı olur bilmiyorum ama- (gülüşmeler)
Olabilir. Orta yaş ve pandemi kombosu denebilir belki de.
Pandemi dediğin iyi oldu, konuyu oraya getirecektim. 2020’den beri zaman benim için çok ilginç işliyor açıkçası.
Sorma.
Her şey aynı anda çok yavaş ve çok hızlı ilerliyor sanki. Senin için de durum böyle mi?
Evet. 35’lerime kadar daha net hissettiğim bir zaman algım vardı. O algı pandemiyle mahvoldu ya. Mesela şuna gerçekten inanamıyorum: 24 Nisan’da yayınlanmıştı Sular Dar. Tam beş yıl olmuş o albüm çıkalı. Beş yıl nasıl geçer? Kendimle dalga geçiyorum. Arkadaşlarım beş yılda bir albüm yapıyorum diye bana laf ediyorlardı, şimdi beş yıl geçti, anca bir tane tekli çıkardım falan… O zaman algısı, bilmiyorum, acayip değişti. Bence daha hızlı geçiyor, genel olarak böyle hissediyorum. Ekimdeydim, gözümü bir açtım nisandayım gibi… “Bu beş altı ay nasıl geçti ya? Ne oldu?” falan oluyorum. Sular Dar’a dair anılarım, orada yaşadığım duygular da o kadar taze ki. Bir yandan da galiba zamanın artık çok hızlı geçtiğini idrak edip daha hızlı davranmaya çalışıyorum hayatta. Bu biraz kararlarımı, karar alma yöntemlerimi de değiştiriyor bence. Bazı şeylere müzikal olarak daha az tutuluyorum. Kaba tabirle büyük resme bakmaya çalıştığım bir dönemdeyim. Eskiden detaylarda çok boğuluyordum. Belki eskiden zaman daha büyük ve genişti, oynayacak alanım vardı. Şu an diyorum ki, “Saçmalama, bununla zaman kaybedemezsin daha önemli şeyler var!” Belki yetişkin olmaktır bu, kırklarıma merdiven dayadım sonuçta. Zaman hızlı geçiyor.
Ne sıklıkla rüya görüyorsun? Rüyalarını bir yere not düşüyor musun? Gördüğün rüyalar bir şekilde şarkı yazımına yansıyor mu sence?
Rüyalarımı yazmaya çalışıyorum. Bir haftada uyanıp hatırladığım, bazen o günü etkisinde yaşadığım iki üç rüyam vardır. Bazı rüyalar çok tesirli de olabiliyor. Bütün hafta o rüyada gördüğüm şeyin etkisi üstümde kalıyor. Pozitif de olabilir bu etki, negatif de. Bir felaket rüyası mesela, bazen de rüyamda beni vururlar. (gülüyor) Kurşunlanıyorum bildiğin sokakta.
Kim vuruyor, biliyor musun?
Birileri, bilmiyorum. Peşime düşmüşler, sokak ortasında vuruyorlar falan. Allah Allah ne oldu, ne yaptım falan oluyorum. Bir kaçma hissi de var. Onun dışında ehliyetsiz araba kullanma rüyalarım vardır benim. Onlardan da çok görürüm. Bol bol rüya var ya bende. Şarkı yazarken de doğrudan bu rüyada böyleydi gibi bir bakıştan ziyade ilk manada anlamlandıramadığım şeyleri kullanmaktan geri durmuyorum. Bir imaj, bir çağrışım… Ne bileyim, bu şarkı “Kendiliğinden devrildi taşlar” diye başlıyor mesela. Ne o taş, nerede, hiçbir fikrim yok. O imajı düşünmek, onu hayal etmek bir şey hissettiriyor bana. Oradan bir şarkı örülüyor. O kapıları açık tutmaya çalışıyorum. “Buradaydım, böyle hissediyordum, şöyle bir gündü”den öte bambaşka bir yerden bir imaj getirme fikri hoşuma gidiyor. Belki son yıllarda daha altı açılmıştır bu uğraşın diyeyim.
“Beni Burada Üzen Bir Şey Var”dan sonrasında müzikal anlamda yeni bir döneme geçiş yapmaya çalıştığını belirtmiştin. Şarkının rock/elektronik sound’u bu döneme bir şekilde rehberlik ediyor mu, yoksa sen de herkes gibi takılıp ne ilham geleceğine mi bakıyorsun?
Herkes gibi takılıyorum biraz. Yine pandemiyle başlayan bir şey bu. Müzikal ifade alanımı genişletmeye çalıştığım arayışlarım oldu. Synth’lerle biraz daha haşır neşir olup beatler ürettiğim bir elektronik müzik mesaim oluyor küçük küçük. Aslında hep vardı, geçen bir hard diske baktım, içinde 2006 yılında yaptığım bir demo var, şu an yaptığım hiçbir şeye benzemiyor, tamamen elektronik. Thom Yorke’un The Eraser albümü o zamanlar çok etkilemişti beni, onun gibi bir şey. Şu an elimde çok şarkı var, kimisi çok akustik, klasik şarkı formunda, bir grup girip çalacak gibi; kimisi de bambaşka prodüksiyonlar. Onları nasıl gruplayayım bilemediğimden paketleyemiyorum da. Ama farklı uçlara uzanmaya, müziğe katmaya çalıştığım bir yerdeyim.
Synth’lerle aran nasıl? Favori bir synth’in var mı? İçine girdiğin bir dünya diyebilir misin?
Var, şu an hemen önümde duruyor. Ucuz da bir synth, çok öyle bir olayı yok aslında. En güzel tarafı: Preset yok. Sesleri tamamen senin yontman gerekiyor yani. Yamaha Reface adı. iPhone’u falan bağlayınca preseti çalıştırabiliyorsun, ama baktığında sabit preseti olmayan, sadece knob’larla oynayarak müzik ürettiğin bir enstrüman fikri çok hoşuma gidiyor. Bu çocuk herhalde 10 yıldır bende, hep de önümde durur. Birtakım sesler için direkt ona başvuruyorum. Sürprizleri de olabiliyor. Elin bir şeye çarpıyor, bu neymiş oluyorsun. Bir defasında aylarca masanın kenarında durmuştu. Hadi bir takayım oldum. Rastgele bir ses kalmış üstünde oynarken. “Aa ne güzel!” deyip hemen bir projede kaydettim mesela, o sesi kullandım. Güzel bir alet.
Onun dışında software synth’ler, pluginler falan zaten gırla. Çok da kendimi dağıtmamaya çalışıyorum. Eskiden çok alet topluyordum. Tozlu Casio orglar falan… Casio’nun SK1 diye bir sampleri var. Üzerinde küçük bir mikrofon mevcut. Onunla hemen sesler kaydedip sample çalabiliyorsun. Ivır zıvır bir sürü şeyim vardı. Sonra baktım odağımı çok dağıtıyor. Toolkit’imi daraltıp o imkanlar dahilinde yaratıcı olmaya çalıştım.
Buna çok katılıyorum, synth evreni çok geniş olduğu için çok fazla ekipman dikkatini dağıtabiliyor.
Kaybolmaya çok müsait. Zaten tutuk birisiyim, bana yaramıyor çok fazla ekipman. Mailime düşen plug-in spam’lerinden arada bir şey alıyorum, bu neymiş merakından istemeden düşüyorum o tuzağa; ama hani elimin gittiğini bildiğim şeylerden de çok dışarı çıkmamaya çalışıyorum.
Sana dair ilk anılarımdan biri Blonde Redhead’in ön grubu olarak çaldığın konser. Keşke önünde çalsam dediğin bir isimler listesinin tepelerinde kimler var?
Ya ön grup olmak biraz gergin bir şey, bilmiyorum. (gülüyor) Bakınca şansım yaver gitmiş aslında. 2014 ve 2015’te James Blake ve Jose Gonzalez çok dinliyordum. Sonra bir festivalde Jose Gonzalez’den önce çaldık. Öbür sahnede James Blake vardı. Böyle rabbimin bana kıyak geçtiği tatlı anlar oldu. Blonde Redhead de öyle bir andı.
Herhalde Grizzly Bear ile çalmayı çok isterdim. Çok seviyorum. Berlin’de konserlerine gitmiştim, o da çok etkilemişti beni. Onlara açılış yapmak isterdim, onlara özel bir set… Bakalım.
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Senin anıt taşında hangi şarkı sözün yazsın isterdin?
Niyeyse hemen bir parıltı geldi. “Güneşsiz / Sular Dar” şarkısında “Selin içinde zerreyim, hiçbir yöne bu seyrim.” diye bir laf var. O galiba. Hayata dair hislerimi anlatan bir söz. O biçarelik, sürüklenme hissi, kontrol edemediğin bir düzenin içinde devinip durmak… Taşıdığı duygu hoşuma gidiyor.