Yerli rap sahnesinin nevi şahsına münhasır figürlerinden Çağrı Sinci ile 24 Ocak’ta yayınlanan son albümü Başkası üstüne uzun uzun sohbet ettik. Okumak için aşağıya buyurun.
Yeni albümün Başkası ile takipçilerinden oldukça iyi geri dönüşler aldın gibi duruyor. Gidişattan memnun musun?
Çağrı Sinci: Beklediğimden çok daha iyi. Açıkçası bu biraz daha stilize, trendi takip etmeyen bir albüm olduğu için yine hastasına hitap eder diye tahmin etmiştim. Bu sefer farklı oldu. Diğer tüm işlerden farklı olarak dinleyicim olmayan insanlardan da çok olumlu dönüşler aldım. Dediğin gibi bir kitle var. Uzun zamandır beni dinliyorlar ve ne yaparsam yapayım “Abi harika olmuş!” modundalar. Bu sınırlı sayıda insandan kendim beğenmediğim işlere dair de olumlu dönüşler alabiliyorum; ama bu sefer “İlk kez dinledim, hayranı oldum, bundan sonra dinleyeceğim.” gibi yorumlar da gördüm. Demek ki artık belli bir seviyeyi aşmışız.
Bence Başkası doğrudan bir konsept albüm değil, sanat eserlerine “Şu şu anlama geliyor” gibi tanımlar getirmeyi de sevmem, ama albümün adı neden Başkası diye düşündüğümde aklıma bir teori geliyor.
Nedir?
Özellikle kelimenin kendisini geçirdiğin “Başkası” ve “Kutlamalar Başlasın” gibi şarkıları göz önünde bulundurarak; çok stimüle bir dünyada, tüm umutlar ve umutsuzlukların içinde kendini sürekli yeniden doğurarak, eski kendini öldürüp bir başkası olarak dirilerek var olmaya yönelik hislerini ifade ettiğini düşünüyorum. Cenaze, ölüm gibi laflar geçiriyorsun ama ben bunları hiç olumsuz bir yere yormuyorum. Bence sağlıklı bir değişim ve evrilerek varlığını sürdürme durumu söz konusu senin tarafında.
Çok güzel yorumladın. Hani bir laf vardır ya: “İnsan her 7 yılda bir bir başkası olur, her 7 yılda bir başka birine dönüşür.” Bu şarkıların çoğu geçtiğimiz 4-5 sene içinde yaptığım şarkılar. İçlerinde sadece “Hayattayız” ve “Kutlamalar Başlasın” görece yeni. Geçtiğimiz yılın sonlarında yaptım ikisini de. Diğer şarkıların hepsi eski ve dışarıdan baktığım zaman bir yabancının şarkılarını dinliyormuş, yapan ben değil de bir başkasıymış gibi hissediyorum. Bu yüzden albümün adını ve genel konseptini bu kavram üzerine oturttum. Rimbaud’un “Ben bir başkasıdır.” ifadesinden de feyz alarak… Yeni biriyim artık dediğin gibi, bunlar da olduğum kişinin değil bundan önceki benin ifadeleri gibi düşünebilirsin.
Bir dönemin güncesini tuttun, sonra da o defteri kapattın.
Kesinlikle. Aynı ifadeyi de kullandım başka bir röportajda. “Kendi günlüklerimi okumak” dedim.
Başka bir röportajında alametifarikanın yazdığın şarkı sözleri olduğu belirtilmiş. Sen de bu albümde kendine King Lyricist istiyorsun.
Evet.
Gel bu albümden kafama çokça takılan bazı şarkı sözlerinin üstünden geçelim. İlki “Hayattayız”dan: “Anlatacak öyle fazla şeyim var ki; Beat açarım sesli düşünürüm sonra şarkı olur.” Bu sözü bir kenara koyup Mount Eerie’nin geçen sene yayınlanan şarkısı “I Spoke With A Fish”in şu sözüne bakalım: “Recorded music is the statue of a waterfall.” Senin sözüne oldukça benzer bir bilinç akışını ifade ediyor.
Harikaymış. Evet. Kesinlikle. Benden çok daha edebi ve felsefi olarak aslında aynı şeyi ifade etmiş. Ben biraz daha saf bir şekilde, sadece düşündüğüm gibi söyledim. Gerçekten o şarkıyı yazarken şunu düşündüm: “Bu beat aktığı sürece ben üzerine gerçek zamanlı 10 şarkı daha yazabilirim.” O şelale hep akıyor, ben sadece belli yerlerini alıp insanlarla paylaşıyorum gibi hissettim. İkinci verse’e de öyle başladım, düşünüp taşınmak gibi kaygıları çoktan geride bırakmıştım. O an sadece o müzik hoşuma gidiyor, bende bir duygu yoğunluğu yaratıyordu. Freestyle gibi bir şey aslında; sadece bir hatip değil bir edip olarak, yani sözlü değil yazılı freestyle yapıyorum ve şarkı haline geliyor.
Kimisi düşüncelerini, zihnini yapılandırarak, overthink yaparak çalışır.
Ben de öyleydim. Bundan önceki albümlerim oturup bir konu ve konsept belirleyip aylarca onun üzerinde çalışıp kelime kelime üstünden geçerek ortaya çıkardı. Üç ay sonra bir kelimenin yerini değiştirip adeta bir bina inşa eder gibi yazdığım şarkılardı. Ama son birkaç yıldır bu stilim biraz daha zihin akışı, serbest çağrışım bir şekil aldı. Formülize ettiğim bir şey yok. Herhalde işin sırrı, artık içeride bir şeylerin sisteminin oturması. Çok fazla düşünmeme gerek kalmıyor kompozisyonun ortaya çıkması için. Hikaye zaten kompozite bir şekilde akıyor içimde. Yapa yapa oturttuğum bir metot olsa gerek.
Anlık duygu ve düşüncelerini daha iyi kontrol etmeyi öğrendim diyebiliriz sanırım.
Evet. Artık zihin akışım bile daha kompozite bir halde ilerliyor, öyle söyleyeyim.
Bu konuştuklarımızı Leonard Cohen ile Bob Dylan’ı içeren bir anekdot ile destekleyeceğim. Dylan Cohen’e “Hallelujah”yı ne kadar sürede yazdığını soruyor. Cohen “2 yıl” diyor. Dylan’a “I and I” şarkısını ne kadar sürece yazdığını soruyor, Dylan “15 dakika” diyor. Senin en hızlı yazdığın ve en çok üstüne düşündüğün iki şarkın hangileri?
“Hayattayız” şarkısını iki oturuşta, bir verse’ü 15 dakikada, bir verse’ü 5 dakikada yazdım. Yalnız ben de Picasso’nun meşhur bir sözünü anayım: “Ben o resmi 5 dakikada çizmedim, 40 sene artı 5 dakikada çizdim.”
Evet.
Öyle bir durum. Onun dışında “Modern Zamanlar” şarkımın iki verse’ünü yazmam 1,5 – 2 senemi aldı. O kompozisyonu oluşturmak, o kelimeleri doğru seçmek, o benzetmeleri yapmak… İki senede şarkı yapmak mı, 15 dakikada yapmak mı dersen şu anki metodum daha pratik sanki. Çünkü o kadar fazla zamanımız kalmadı artık. (gülüyor)
Bir nevi kaosu organize etmek diyebiliriz buna.
Harika, evet, aynen öyle. Kafamın içindeki o bağıran şempanzeleri artık kolay bir şekilde dinleyebiliyorum.
Başkası albümünün prodüksiyon süreci içinde ortaya çıkarması en kolay ve en zor olmuş birer şarkı seçecek olsan bunlar hangileri olurdu?
Güzel soru, düşüneyim. En çok “Başkası” şarkısıyla uğraştım. En az da herhalde “Kutlamalar Başlasın”la uğraştım. Özgün’le girdik stüdyoya, çat diye bitirdik.
Çok ilginç, “Kutlamalar Başlasın” çok progresif ve beat switch’lerle dolu bir şarkı aslında.
Çok komplike görünüyor, ama her şey gerçek zamanlı oldu bitti. Özgün’ün beat switch esnasında “Görmek istemezler!” dediği bir an var. O bile benim vokaldeki hatasını alıp oraya efekt gibi koymamla, üstüne çok fazla düşünmeden gerçekleşti.
Süper. Madem Özgün’ü andın, genel anlamda bu albümde emeği geçmiş insanları da analım.
Bunlar sağda solda, farklı klasörlerde yayınlanmayı bekleyen şarkılardı. İlk olarak en fazla emek Dama’ya, yani Çağıl Nuhut’a ait. Çoğu şarkının mix, kayıt ve mastering’inden sorumlu. Keyone da iki şarkının altyapısıyla ilgilendi. Adeta bir danışman, bir kurmay gibiydi. Her işimi attım, her beatimi attım, o bana feedbackler verdi. Çünkü artık bir süre sonra sağlıklı düşünemiyorsun. Takdiriyetini kaybediyorsun; ne iyi olmuş, ne kötü olmuş anlayamıyorsun. Bu iki kişi gerçekten çok fazla emek verdi. Hatta “Hayattayız”ın sample’ı da Keyone’ın zamanında bana “Al sen yap bu beat’i.” diye attığı bir sample.
Ali Ece’nin varlığı çok güzel bir sürpriz oldu. “Bir şarkıya solo atsana.” dedim. “At, ne varsa gönder.” dedi. “Falçata”yı attığım günün gecesinde bana soloları gönderdi. Hem de yılbaşı gecesiydi. Çok fazla bir çaba yok belki, ama bu dakiklik ve spontanelik üretim safhasında tam olarak hoşuma giden şey.
Tabii eşimin de çok katkısı var. Hem beni motive etmesi hem de bu gürültüye katlanması bazından emeği çok fazla. Evde çalışıyorum çünkü.
Yılbaşı gecesi eline albümden bir materyalin gelmesi çok son dakika olmuş. Peki albüme dair ilk çalışmalar ne zaman başladı, ne kadarlık bir yaratıcı süreçten bahsediyoruz?
Albümün ilk şarkısı “Sadekar”, 2021 yılında yapmışım. Tabii o şarkıyı bu albüm için mi yaptım? Hayır. Sonra yanlış hatırlamıyorsam 2022 senesinde “Falçata”, “Başka Türlü” ve “Uçurtma” şarkılarını yaptım. 2023’te de “Başkası”… Şarkılar o kadar eski ki. Ne kadar sürdü dediğin zaman sağlıklı bir cevap alamayız, beş sene sürmüş gibi oluyor. “Hadi artık bu albümün adını koyup, sürece girişip bunları bir albüm haline getireyim.” demem de geçtiğimiz eylül ayı yaşandı sanırım. Tabii bu noktada hazır şarkılardan bahsediyoruz. Evet, yılbaşında geldi Ali abinin solosu ve geldiğinde o şarkının mixi çoktan bitmişti. Biz bitmiş mixin içine bir daha girip soloyu ekledik. İyi ki de eklemişiz. İşi bambaşka bir yere taşıdı. Sadece o değil, Keyone’ın “Hayattayız”da attığı scratch de, K”st’ün vokali de son dakikada geldi. Son bir haftası çok tempolu geçti albüm bitirme sürecinin. 8 Ocak’ta release etmemiz gerekiyordu, o tarihte bitti albüm, öyle söyleyeyim sana.
Böyle son dakika değişiklikleri şahsen benim hoşuma gider, ama kimisinin canını sıkabilir.
Benim de hoşuma gidiyor, ama anksiyetesini bir de bana sor. (gülüşmeler) Güzel oldu. Albüme seviye atlatan detaylar son bir haftada geldi.
Yine şarkı sözlerinden gidelim: “Hayattayız”da “Bazı durumlarda karamsar olmakla bilinirim.” diyorsun. Karamsar anlarında seni ışığa döndüren, detoks işlevi gören, sana iyi gelen sabit rutinlerin var mı?
Boks yapıyorum. Geçtiğimiz 6-7 aydır bana en iyi gelen şey o boks idmanları. İnanılmaz. Bildiğim her şeyi unuttum. Bir ameliyat geçirdim kasım ayında, o zamandan beri idmanları yapamaz oldum. Resmen tekrar psikolojim bozuldu. Yoksa ben yapı itibariyle çok karamsar olabilen birisiyim, hayatımın da her noktasına sirayet eder bu karamsarlık. Fakat bu herhalde spor yapmamaktanmış. Bu işin çözümünü fiziksel aktivitede bulduğuma inanamıyorum. Ne kadar basitmiş.
Bu çok ilginç bir mesele cidden. Berlin’e taşınana kadar doğru düzgün spor yapmış biri değildim. Burada spor salonuna gitmeye başladım ve bünyeye harika geliyor cidden.
İnanılmaz değil mi? Bu kadar basit miymiş sorunun çözümü diyor insan. Ama spor salonu falan da beni açmıyor. Bana daha aktif, bizzat işin içinde, edilgen değil de etken olduğum bir şey lazımmış. Ne bileyim, eskiden halı saha maçları yapardık. Şimdi onu bıraktık. Bu karamsarlıkla baş etmemin tek yolu spor değil tabii. En çok o işime geliyor ama. Yürüyüş de yaptığım bir fiziksel aktivite. Kitap da okuyorum. Kendimi bir şekilde oyalıyorum. Zihinsel yönetimi kendi başıma sağlayabiliyorum. O karamsarlığa teslim olup hapishanemde sıkışıp kalma işini aştığımı düşünüyorum. Bu yaşımın vermiş olduğu bir beceri olabilir. Eskisi gibi değil artık, teslim olmuyoruz kötü düşüncelere.
Zaten kötü düşünceleri, duyguları olumlu duygularla birlikte hissetmek sağlıklı geliyor bana. “Gereğinden fazla canım yanar, fazlasıyla hayattayım işte bu yüzden” diyorsun sen de.
Evet.
Tüm mesele hissetmek aslında. O şekilde yaşadığını hissediyor insan.
Aynen öyle. Zaten o cümleyi bir arkadaşımın yaşadığı aşk acısı üzerine ona söylemiştim. “Oğlum bak işte hayattaymışsın, ne güzel, yaşıyormuşsun!” gibi. Sonra bunu şarkı haline getirmeye karar verdim.
“Kırık Haramiler”de “En sevdiğim ikinci popçu Emir Can İğrek, birinci kendine rapçi diyo” diyorsun. Herhalde bu kişinin isim vermek istesen direkt verirdin.
Bir kişiden ziyade aslında birden fazla kişiye tek atışta sekiz ok fırlatmışım gibi oldu. Malum, şu an çok bariz bir şekilde pop yapan; pop kültürüne, pop dizaynına hizmet eden çok fazla dostumuz, arkadaşımız ve tanıdığımız var. Onlaraydı bu ifade, tek bir figüre değildi. Tabii ki şarkıyı yazarken bende bu duyguyu çağrıştıran bir figür olmuştur; ama 3 sene mi oldu, 4 sene mi oldu yazalı? Çok uzun zaman geçti. Şuna yazdım diyebileceğim biri gerçekten yok. Olsa da çekinmem, direkt ona söylerim zaten. Ama üzerine alınanlar oldu. İnsanların bu ifadeye yakıştırdığı insanlar da oldu. İstediğim de buydu zaten. Herkesin “Ulan bana mı diyor?” deyip silkinmesiydi. İstediğim oldu bu anlamda.
Ana akım kültüre atılan bu diss, aklıma Kendrick Lamar’ın Drake’a açtığı savaşı getirdi. Elbette olayların seyri ve işin ulaştığı boyut açısından senin şarkına benzeyen bir örnek değil, ama müzik endüstrisine atılmış bir diss olması yine de şarkını Türkçe işler içinde özel kılıyor.
Evet. Güzel bir benzetme. Tabii onunkisi daha net bir hedefti, benimkisi kaotik bir şekilde bam bam bam havaya ateş etmek gibi oldu. Sözlerin için de teşekkür ederim.
Bir MC’den öte underground neferi olduğunu da tekrar hatırladık böylece. Geçmişte de farklı türlerden sayısız isimle ortaklık yaptık. Ufukta başka nasıl ortaklıklar var?
Underground deyince Türkçe müzikte benim aklıma gelen ilk ekip Siya Siyabend, ilk isim de Bizon Murat. Ne yalan söyleyeyim, ne yazık ki bir rapçi gelmiyor aklıma underground dendiği zaman. Murat abiyle beraber bir ortak albüm yapıyoruz. Bir şarkıyı yayınladık. İki şarkı hazır. Grubumuzun ismi Çete Mete. Albümü takiben konserler de vereceğiz.
Underground’ın bir alan değil, bir tavır olduğunu düşünüyorum. Ne kadar popüler olursam olayım, ne kadar çok bilinirsem bilineyim bu tavrımdan vazgeçmemek kararındayım. Umarım bunu uygulayabilirim.
Bu tavrın insanın içtenliğiyle doğrudan bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. İçinden geleni dışa dökmekten başka çaresi olmayınca senin konumunda oluyor insan bence.
Evet, bugün ana akımda çok dinlenen bir türü yapıp yine underground kalabilir insan.
Aklına gelen rastgele güzel bir konser anısını benimle paylaşabilir misin?
Bu soruyu her duyduğumda aklıma farklı bir cevap gelir, şimdi şu geldi: Eskişehir’deyiz. Bir gürültü koptu. Bağırışlar geldi her yandan. Meğerse bir arkadaş “Kusursuz Gün” şarkısında evlilik teklif etmiş. Farazi DJ kabininden koştu. çifte düğün hediyesi olarak plak verdi. Bir sonraki konserde, İstanbul Blind’da yine bir gürültü koptu. Kavga çıktı zannettim, yine evlilik teklif etmişler. Ulan dedik, izdivaç programına çevirdiniz oğlum! Sonra Çanakkale konserinde “Kusursuz Gün” çalacakken “Bana bakın!”dedim, “Evlilik teklif edecekseniz etmeyin, yeter. Bu öyle bir şey değil.” Konser sonrası baktım, bir arkadaş bana mesaj atmış Instagram’dan: “Abi teklif edecektim, patlattın, edemedim!”
Çağrı Sinci’yle İzdivaç.
(gülüyor) Ne olacaktık, ne olduk. Yasakladım artık bunu konserlerde. “Kusursuz Gün” şarkısından önce uyarıyorum “Bakın evlilik teklifi yok!” diye. Tabii orası işin şakası da… Herhalde bir konserimde geçen özel mevzu bu. İnsanlar benim eşime yazdığım şarkıyı çalarken evlilik teklif ediyorlar.
Bir de bir değil iki değil, az daha üçüncü kez olacakmış.
Evet. Yine de güzel bir anı.
Şu aralar bu soruyu konuya şahsi ilgim sebebiyle herkese soruyorum: Sık sık rüya görüyor musun, bu rüyaları hatırlıyor musun? Bir şekilde müziğine etki ediyorlar mı?
Sık sık rüya görmüyorum. Ama evet, bazen müziğimi ve düşünce dünyamı çok etkiliyor gördüğüm rüyalar. Tam David Lynch filmi gibi oluyorlar, öyle alelade rüyalar görmüyorum. Etkiliyor, evet. Şarkılarımda atmosfer yaratırken o rüyaların ağzımda bıraktığı tattan faydalandığım oluyor mutlaka.
Lynch’in ölümü seni de çok etkiledi mi? Ben bir aydır üstüne düşünüyorum.
Çok üzüldüm. Lynch’i çok severim. Küçüklüğümden, üniversite yıllarımdan beri en hayran olduğum yönetmenlerden birisidir. Amerikalı bir yönetmenin ölümüne bu kadar üzüleceğimi tahmin etmezdim.
Bir de her işine tekrar tekrar bakıp içinden yeni şeyler çıkarabilirsin. Sonsuz bir materyal söz konusu. Senin şarkı sözlerin de biraz böyle aslında.
Evet, eyvallah, aynen. Son bir projesi varmış, yarım kalmış. Netflix kabul etmemiş. O daha da bir üzdü. Dijital dağıtıcılar, hem müzikte hem sinema ve dizi sektöründe işin dejenerasyonunun önemli bir parçası olmuş durumdalar. Bunu da totalde kapitalist ahlaka bağlayabiliriz. Adamların sanatsal kaygıları olmayışı onlara dair çok şey anlatıyor.
Streaming platformunda dinlediğin son üç şarkıyı benimle paylaşabilir misin?
Valla ne yalan söyleyeyim, bu aralar hep kendi şarkılarımı dinliyorum. Miksine bakıyorum, klip tasarlıyorum falan. Şimdi senin izninle şöyle bir açıp, harbiden başka neler dinlemişim bakayım. Orhan Atasoy’dn “Gemiler” dinlemişim kendi rızamla. İlginç, nereden çıktıysa. Ayrıca Supreme NTM’den “That’s My People” ve A$AP Rocky’den “1 Train” dinlemişim.
Kendi şarkılarımı da müzik için dinlemekten ziyade açıp klip düşünüyorum, mix nasıl geliyor bakıyorum, nasıl pazarlarız diye hesap ediyorum. Öyle narsist bir yerden değil yani.
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Senin anıt taşında hangi şarkı sözün yazsın isterdin?
“Ben misafirim, saçım siyah, ruhum Afrikanîdir
Çağrı Sinci, bir yeraltı sakini.”