Indie singer-songwriter türünde ön plandaki üç sanatçının birleşiminden oluşan boygenius, bu sene ilk albüm uzunluğunda projesini yayınladı. Phoebe Bridgers, Lucy Dacus ve Julien Baker daha önce aynı isim altında bir EP yayınlayarak yoğun bir ilgi toplamışlardı. Yeni projeleri; müziklerinin, kişisel hayatlarının ve arkadaşlık ilişkilerinin olgunlaşmasını ve gelişmesini sergiliyor.
Yazının devamında daha detaylı olarak gelişimlerinin farklı açılarından bahsedeceğim, ancak önce bana göre bu değişimlerini çok iyi bir şekilde gösteren bir karşılaştırmayla başlamayı uygun gördüm: EP projelerinde yer alan “Me & My Dog” ile albümlerinin son şarkısı olan “Letter to An Old Poet”. Bu şarkılardan ikincisi, ilkinin hayranlarına bir göz kırpma şeklinde “Me & My Dog”un sonuyla aynı melodiyi kullanıyor. EP’nin en katartik bölümlerinden biri olan kısmı sadece sonik olarak değil, şarkı sözü olarak da paralelliyorlar. Aşağıda sağ tarafta “Me & My Dog”, sol tarafta ise “Letter to an Old Poet” olacak şekilde sözleri ve çevirilerini bulabilirsiniz:
I wanna be emaciated / I wanna be happy
(Bir deri bir kemik kalmak istiyorum / Mutlu olmak istiyorum)
I wanna hear one song without thinking of you / I’m ready to walk into my room without lookin’ for you
(Bir şarkıyı seni düşünmeden dinleyebilmek istiyorum / Seni aramadan odama girmeye hazırım)
I wish I was on a spaceship / I’ll go up to the top of our building
(Keşke bir uzay gemisinde olsaydım / Binamızın tepesine çıkacağım)
Just me and my dog and an impossible view / And remember my dog when I see the full moon
(Sadece ben ve köpeğim ve imkansız bir manzara / Ve dolunayı gördüğümde köpeğimi hatırlayacağım)
“Me & My Dog”, birini atlatamadığı için soyutlanma isteği hisseden birini anlatırken “Letter to An Old Poet” bu kalp kırıklığını aşmış ve ilerlemeye hazır birini ele alıyor. Köpeğiyle ilgili sözdeki değişim ise aradan geçen zamanı göstererek kabullenmenin ve ilerlemenin kayıplarla dolu olabileceği gibi minnet duyulacak şeyleri de barındırabilecek bir süreç olduğunu gösteriyor.
Albüm de tam olarak bu ethosu takip ediyor: Kayba ve üzüntüye rağmen mutluluğa ulaşma çabası. Dacus Rolling Stone ile yaptığı bir röportajda “Mutlu olmak istiyorum” sözü hakkında “Bunu her gece söyleyeceğim ve Phoebe ile Julien’e her gece söyleteceğim için çok heyecanlıyım.” diyerek üçünün de hayatlarının belli dönemlerinde mutluluğu istemekte zorlandıklarını anlatmış. Bu gelişme isteği müziklerine de yansıyor.
Üç sanatçı da benzer müzikler yapıyor olsa da hepsinin belirgin stilleri var. Albümlerinde neredeyse her şarkının hangisinin stilinde olduğunu anlayabilirsiniz. Sadece herhangi birinin vizyonuna bağlı bir proje yaratmak yerine her birinin kişisel stilini geliştiren katkılar sunuyorlar. Ön planda olan şarkıcının etrafındaki elementlerde hepsinin emeği olduğu için kolektif bir proje olduğu ve hiçbir şarkının solo olmadığı hissedilebiliyor. Örneğin “$20” şarkısının Julien Baker önderliğinde bir şarkı olduğu belli, ancak Dacus’ın arka vokalleri ve Bridgers’ın şarkının sonundaki bağırışları şarkıya kolektif bir kimlik kazandırıyor.
Söz yazımlarının başarılılığı ile bilinen üç sanatçının beraber yaptıkları bir albüm, tabii ki de kalp parçalayıcı sözler içeriyor. Bunların da yanında kendi şarkılarıyla beraber incelendiğinde işin boyutu değişiyor. Beraber çıktıkları bir araba yolculuğu hakkında olan bir şarkıda geçen “Bana ‘Beni artık bu kadar iyi tanıdığın için daha az sevebilirim’ dedin” sözü, akla Lucy Dacus’ın “True Blue” şarkısındaki “Bu kadar iyi tanınmak çok iyi hissettiriyor” sözünü getiriyor. Bu sözle kıyaslandığında Dacus’ın karşısındaki insanla ne kadar farklı düşündüğü anlaşılıyor. Metinlerarası kıyaslamalar albümün sözlerine alt metin ekleyebiliyor.
Belki de albümün en sevdiğim yanı, şarkıların üç grup üyesinin arkadaşlıklarından beslendiğini hissedebilmek. Şarkıları birbirleri için yazıyor olmalarının heyecanı ve mutluluğu duyulabiliyor. Sanatçıların birbirlerine olan bağının gelişimi ve arkadaşlıklarının olgunlaşması sanatlarına yansıyor ve ilk albümleri unutulmayacak bir deneyim olarak bizimle buluşuyor.