Björk‘ün uzun zamandır kimseye kanıtlayacak bir şeyi kalmadı. Hoş, kendisi muhtemelen hiçbir zaman kendini kanıtlama endişesinde değildi zaten. Ürettiği sanatın büyüleyici tuhaflıktaki cazibesini hemen hemen her albümünde yeni uçlara taşıdı; bunu da öncelikle yeni uçlar keşfetme endişesinden değil, her albümde biraz daha kendine dönüştüğü için yaptı. “Kendine dönüştü”, yani müziğinde yeni deneyselliklere kapı açtıkça bunu kendinden uzaklaştığı için değil, daha da kendisi olduğu için yaptı. Anahtar kelimelerden biri samimiyet yani. Her Björk albümünde daha fantastik imajlarla ve müzikal gelişimlerle karşılaşıyor, kendimizi büyülü bir periler diyarında zannediyor olabiliriz, ama en neticede kendini kendi üslubuyla anlatan bir sanatçıyı dinliyoruz. Söz konusu samimiyet bir süredir albümlerinin temalarına bile doğrudan işliyor: Vulnicura yaşadığı ayrılığı, Utopia içinde filizlenen yeni aşkları belgeliyordu. Her zamanki kadar ruhani bir çalışma olan Fossora ise yaşamın kendisi kadar karmaşık bir iş: Ölüme, umuda, mantarlara, doğaya, yuvaya ve ötesine işaret ediyor.
Bir önceki albümünden bu yana Björk bir çevre aktivisti olan annesi Hildur Rúna Hauksdóttir’ı kaybetti. İçine girdiği yas sürecinin ve kızı Isadora’nın büyüyüp yuvadan ayrılışının albümün anlatısında bariz bir ağırlığı var. Bunun da ötesinde bir öze, kökene, doğaya dönüş yolculuğu Fossora: Toprakla ve doğal habitatla bu kadar kilit bir ilişkiye sahip mantarların albümün ana aktörleri olması kuşkusuz tesadüf olamaz. Müzikal düzlemde ise bas klarnetler ve gabber teknonun bir evliliği söz konusu. Açılış şarkısı “Atopos“un kulaklarınızı adeta tekmeleyen ikinci yarısı, albümün melodik ama ürkütücü doğasını özetlemek için birebir. “Umut birbirimize bağlanmamıza müsaade eden bir kastır” sözünde yine habitatla toprağın bağlantısında hayati öneme sahip olan mantarları hatırlamak ve mantar-insan ilişkileri arasında paralellikler kurmak mümkün. Sanatçının annesine duyduğu özlemi ön plana çıkaran şarkılardan “Sorrowful Soil” a capella ögelerinden beslenerek ayin benzeri bir atmosfer yaratıyor, “Ancestress” yas ve kayıp öncesi süreci “Bir zamanlar capcanlı olan asiliği sönüp gidiyor” gibi keskin ifadelerle ele alıyor, seçkinin en etkileyici şarkılarından “Victimhood” karanlık bir orkestra ekseninde huzursuz ve büyüleyici bir yedi dakika geçirmenize vesile oluyor. Albümün en hafif şarkılarından “Fossora” melodik ve basit yapısıyla bizi gevşetmeyi başarıyor, kapanıştaki “Her Mother’s House” ise kızının kendi hayatını kurmasını huzur ve olgunlukla kabullenen bir Björk’ü resmediyor. Vedalar, kabullenişler ve öze dönüş ekseninde Björk yeniden “kendini buluyor.”
Kasimyn, Sindri Eldon, Emilie Nicholas, serpentwithfeet ve kızı Isadora Bjarkardóttir Barney eşliğinde içinde geçtiği ruhani süreci belgeleyen Björk, tahminimce zaman içinde çok güzel yıllanacak bir albümü imza atıyor Fossora‘da. Her dinlemede yeni bir Björk’le tanış olup sanatçıyla yeni baştan tanışacağınız bu göz alıcı işi dinlemeden geçmeyin.