Sıkıntıyla son nefesini çektiğim sigarayı ayakkabımın tabanına sürterek balkondan aşağıya fırlatıyorum. Buradan her şey çok küçük gözüküyor. Batan güneşin turuncusuna ve kızılına boyanmış insanlar ruhsuzca arka mahallelerden geçiyorlar. Reklam tabelalarının, teker teker yanmakta olan sokak lambalarının altında böceklermiş gibi sağa sola koşuşturuyorlar. Dayanılmaz sıcak şehrin bu kısmının iyice kötü kokmasına sebep olduğu için söndürdüğüm sigara nefes boruma yok olmaktan korkarcasına yapışıyor. Öksürüp böceklerin üzerine tükürüyorum ve gerçek bir güzellik için arkamı dönüyorum. Onun tabiriyle adsız şehrin adsız otel odasındayız. Yine onun tabiriyle bu buluşmanın sonunda cennete bir adım daha yaklaşacağız.
Çarpık mantığını anlamakta giderek zorlanıyorum çünkü burada bana bahsi geçen cenneti çağrıştıran çok az şey var. Bilerek beni buraya çağırıyor. Kırık bira şişeleri, isli duvarlar, kirli yatak çarşaflarının arasında onu öteki dünyadan bir melekmiş gibi resmetmem daha kolay diye. Şimdi pahalı bir otel odasında olsak, dip boyası gelmiş saçları ve kırık tırnaklarıyla ne kadar da yakışmazdı oradaki yatağa. Burada ise bir tanrıça yatağa yarı çıplak boylu boyunca uzanmış, gözlerinden yaşlar süzülüyor. Ağladığı zaman kimse ona kıyamaz, eminim buna. Kirpikleri ayrık ayrık ve kıvrımlı, gözleri ise kocaman. Türkan Şoray nasıl ağlıyorsa o da öyle ağlıyor. Bu da başka bir numara mı yoksa gerçekten mi canı yanıyor bilmiyorum. Buraya adsız şehrin adsız otel odası demekten hoşlanıyor; çünkü ona göre burada yazdığımız hikâye başka yerlerde, başka bedenler aracılığıyla defalarca yaşandığından çoktan anlamını kaybetti.
Yalnızlıktan kaçmak için akla gelmeyecek işlere akla gelmeyecek bedeller ödeyen; fakat ruhlarını üç kuruşa satanların dünyasına giriş yaptığımdan beri kuralları benim için o koyuyor. Nerede buluşacağımızı ve kimle konuşacağımızı bana o söylüyor. Anlattığı incelikle detaylandırılmış ama sıkıcı hikayelerden dersler çıkarmamı istiyor. Belki de yitip gitmeden önce, hikayelerinin birinin zihninde kaplayacağı alanı, ucuz varlığının unutulmaması için bir protesto olarak görüyor. Nasılını bilmesem de bir şekilde beni sahiplenip koruyor. Bambaşka bir dünyayı yatakta boylu boyunca önüme serip daha sonrasında ucuz votka şişelerinin içine damıtıyor. Ben sadece parasını ödüyorum. Tam saptayamasam da bu sefer her zamankinden farklı bir şey var. Daha onursuz, daha pis hissettiriyor bu sefer olan şeyler. Ağlarken ona dayanamadığımı bildiğinden daha sesli ağlıyor. Geçmiş güzel günlerimizi ağzına almaya cüret ediyor. Bakışlarımızla küçük çocuklar gibi yakalamaca oynuyoruz. Ben gözlerimi ucu sigara külünden delinmiş halıda dinlendiriyorum. Sonra beni tutup tutkuyla öpüyor ve dudaklarımda göz yaşlarının tuzlu tadını bırakıyor. Bu sefer farklı, çünkü belki de bir daha bizim için yarattığı cennete adımımı atmayacağımı biliyor. Belki de bu yüzden bütün bu numaraları çeviriyor fakat hepsi bana burada yıllardır yaptıklarımızdan bile kokuşmuş hissettiriyor.
İkimizin de yaklaştığının farkında olduğu; sadece geldiğimden beri benim kafama yerleştirdiği şeylerde ya da postüründe gerçeklikte var olabilen veda vakti, adsız otel odamızın içinde hayalet gibi asılı duruyor. Sıcak ve yapış yapış, gözyaşları ve ter aracılığıyla aramıza giriyor. Sessizce kapıyı arkamdan kapadığımda geride bırakacağım kadını düşünmemek için elimden geleni deniyorum fakat yıllardır kalbimi hafifleten ya da ağırlaştıran her şey ile o oynuyor. Gecenin karanlığında o beni var veya yok ediyor. Melek kanatlarıyla beni sarıyor sonra öpücükleriyle cehennemin dibine yolluyor. Gözyaşlarıyla susuzluğumu dindiriyor, sonra pis emelleri için bana sonsuza kadar terk etmekten korkacağım bir resim bırakıyor. Her şey eskisi gibi olabilir diyor, sonra mahcup bir şekilde susuyor. Bir daha asla görmeyeceğimi bildiğim adsız otel odamızın kapısını çekiyorum, arkamda kimsenin beni kendisi gibi sevmeyeceğini bildiğim bir kadın bırakıyorum.