Müzisyen, performans sanatçısı, yapımcı, enstrüman imalatçısı Berke Can Özcan’ın 2023 sonlarında yayımladığı Twin Rocks, özünde bir yolculuk albümü. Özcan’ın Likya Yolu’ndaki şahsi tanıklıkları üstünden gerçek ötesi bir dünya inşa eden, Arve Henriksen ile Jonah Parzen-Johnson’ın da katkılarını içeren bu ambient jazz işi hakkında daha fazla şey öğrenmek için Özcan’a kafamızdaki soruları ilettik.
Twin Rocks’ın hikâyesi Likya Yolu’nda başlamış, biz de o hikâyenin üstünden geçerek başlayalım. Şarkı isimleri yolculuğundan spesifik anlara ve duraklara göndermeler içeriyor sanırım. Hepsini olmasa bile birkaçını detaylandırmak ister misin, kafamızda yeni görseller resmetmek açısından?
Şarkı isimleri şahsi anılar üzerinden kurulmuş hayali duraklara işaret ediyor. Albüme ismini veren “İkiz Kayalar”ın etraflarında uzun bisiklet yolculukları yaptığım zamanlarda bu hayali durakları kafamda işaretlemeye başlamıştım: 8-9 metre boyunda palmiyeler diplerinden kesilip taşınamayacak kadar büyük oldukları anlaşıldıktan sonra mezar gibi gömülmüşler bir bahçeye, bir vadi var ki sararmış otlarının arasında gezinen yılanı düşünüyorum geçerken, orada pedallara biraz daha iyi asılmak geliyor insanın içinden, geri dönüş tepesi bir ödül gibi, hani bazı yokuşları bisikletle tırmanırken tepe noktasından sonra aşağı boş viteste salacağının rahatlığına konsantre olursun ya, öyle bir şey. Gizli kalan köy de haritada işaretli olup gerçekte orada olmayan bir tür “Google Maps” azizliği diyebilirim, B’nin denizi de antik kentin limanından girdiğin deniz, altın sularda yüzüyorsunuz sabahın ilk ışıklarında, kızıl çam köprüsü var dereyi geçmek için kestirme, doğal bir hadise sonucu devrilip kendini köprü yapabilmiş dev bir çam bu, fakat şöyle bir şey de var, kestirme diye bu köprüyü tercih ederseniz kendinizi bulduğunuz yer sadece bir çıkmaz sokak.
Arve Henriksen ile Jonah Parzen-Johnson olaya nasıl dahil oldu?
İlk başta uzaktan dahil oldular, Arve Norveç’te ve Jonah Amerika’da, ikisi de kendi ev stüdyolarından kayıtlar gönderdiler, fakat albümdeki tüm ekip bir araya geleceğiz ve bir konser vereceğiz Istanbul’da Kasım ayında, bu konseri de yeniden kaydettik mi “İkiz Kayalar” tam gerçek olacak artık.
Albümde fiziksel ya da dijital hangi araçların büyüsünü işitiyoruz?
Davullar, gonglar, vibrafon, vazgeçilmezim: hazırlanmış piyano, steel drum, doğa kayıtları, gazoz kapakları, synth’ler, eski kasetler, bir sürü “sampler” ve tabi sonra arkadaşlarımın çaldıkları: trompet, bariton saksafon, bas, piyano.
Spiritüel bir ambient-jazz işinde denkleme vokal koymak kadar koymamak da doğru bir seçim olabilir, zira sözler müzikten daha somut şeyler tasvir ederek işin büyüsünü bozabilir. Buradaysa vokaller beni hiç rahatsız etmedi, hatta o yolculuğu kısıtlamanın aksine özgürleştirmiş gibi hissettim. Albümü yaparken bu konuda çelişkiler yaşadın mı hiç?
Fark ettim ki 123’ün arve albümünden bu yana geçen sürede vokal yapmaktan çok uzaklaşmışım. Çelişki yaşadım diyemem, aksine vokal yapmak isteği yeniden heyecanlandırdı beni; tabii benim vokal yapmaktan anladığım aslında sadece “sesimi” oraya koymak, tam anlamıyla bir solistlik gibi değil de nefesini katmak, bir tür dövme ya da damga gibi. Bir de aklımda şöyle bir fikir vardı: İki ayrı şarkı olacak ama sözleri aynı olacak, bu kayalar ikiz ya biri diğerine aynı sözleri geri bağıracak; “sana demiştim” gibisinden bir mizansen başından beri aklımdaydı, önceleri tek yumurta ikizi sandığım kayalar sonunda bir kadın ve bir erkek olarak evrildiler.
Albüm şu an dönüp dinledikçe seni Likya Yolu’na geri götürüyor mu? Bu geçmiş deneyime yeni bir gözle bakmanı sağlıyor mu? Bir başka deyince içinde albümün taşıdığı anılara dair neyi değiştirdi bu kaydı finalize etmek?
Bir şey değiştirmek değildi amacım. Daha çok kendime aldığım bir not ya da anı defterime işlediğim bir sayfa gibi bakıyorum. Yıllar sonra geri dönüp dinlediğimde beni o coğrafyaya götürmeye araç olacak elbette. Albümlerin biten şeyler olması bu anlamda çok hoşuma gidiyor, albümler bitebildikçe sıradakilere geçebiliyorum. Müzik bitmiyor ama işte albümler albümler olabiliyor.
Şu hayatta herhangi bir yolculuğun sonu var mı sence?
Yoldayken varmış gibi hissediyorum ama bence sonu değil de yolun kendisinde olmak güzel olan; çatallanmalar, tercihler, patikalar, çıkmaza sapıp geri dönmeler, tekrarlar, uçurumlar, yokuşlar, hepsi yolculuğun parçası ve her gün yeni bir gün.