bar italia: “Kimse Bir Şarkıyı İki Kez Aynı Şekilde Duymaz”

Son güncelleme:

Londralı nevi şahsına münhasır üçlü bar italia, ilk İstanbul konserleri için 12 Eylül Perşembe akşamı Blind sahnesinde bizlerle olacak. Kıyı Müzik olarak bizim de DJ setimizle ortamı ısıtacağımız konser şerefine grubun üç üyesiyle birden Zoom’da buluştuk. Ortaya yer yer kaotik ve daima eğlenceli bir sohbet çıktı.

Malum, bugün bu Zoom’u açmamızın başlıca sebebi 12 Eylül’de İstanbul’da Blind sahnesinde çalacak olmanız. Sonunda buralara uğramak nasıl hissettiriyor?

Jezmi Tarık Fehmi: Çok heyecanlıyım. Konserden iki hafta önce geleceğim Türkiye’ye, şehri güzelce sineye çekme imkânım olacak.

Jezmi, eski bir röportajında en sevdiğin şehrin İstanbul olduğunu söylemiştin. Bunun belli bir sebebi var mı?

Jezmi: Kocaman ve çok ilgi çekici bir şehir; katman katman giden bir tarihi ve kültürü var. Başka bir şehirde yürürken öyle büyülenmiyorum hiç.

Peki ya siz, Sam ve Nina? Buraya ilk gelişiniz mi olacak?

Sam Fenton: Evet. Heyecanlıyım.

Nina Cristante: Sabırsızım, hep görmek istediğim bir yerdi.

Bir süredir turnede gezen bir grupsunuz, zihninizde fazladan özel yer edinmiş bir konser anısı söyleyebilir misiniz?

Sam: San Francisco konserimiz müthişti. Konser boyunca zihnimden tek bir düşüncenin bile geçmediğini, baştan sona seyirciyle bağ kurduğumu hissettiğimi hatırlıyorum. Grup olarak hepimiz o anın içine kilitlenmiştik, aynı odada bir bütündük. Onu asla unutmayacağım.

Jezmi: Bir de geçen cumartesi Londra’da verdiğimiz konser iyiydi.

Sam: Evet. Müthişti.

Nina: Sahne üç tarafa bakıyordu, üç tarafımızda birden seyirci vardı. Her yönde ayrı ayrı mosh pit dönüyordu, sonsuz bir insan girdabı vardı. Güzel olaydı.

Seyirciler üç yanınızdayken sahnede nasıl konumlandınız? Her birinizin yüzü ayrı bir yöne falan mı bakıyordu?

Nina: Sürekli hareket hâlindeydik. Büyük bir sahne de değildi zaten.

Sam: Süreyi aştığımız için bizi sahneden kovmaya çalışıyorlardı, hareketliliğimiz mekânın yetkililerinden kaçma hamlesiydi aynı zamanda.

Nina: Adeta peşimizden koşturduk. San Francisco konseri benim için de çok özel bu arada. Harikaydı, mekân da güzeldi, bir tiyatro sahnesiydi.

Son stüdyo albümünüz The Twits’e şu soru üstünden değinmek istiyorum: Bu albümden yaratması çok kolay ve çok zor olmuş birer şarkı seçseniz bunlar hangileri olurdu?

Jezmi: Geçenlerde “my little tony” şarkısını yaratmamıza dair tek bir şey bile hatırlamadığımı fark ettim. Sadece kötü şeyleri hatırlarım, demek ki o şarkı kolay ortaya çıkmış.

Nina: Doğru.

Sam: “my little tony” kolaydı cidden, hatırlıyorum. “Jelsy” de gayet kolaydı.

Nina: “glory hunter” zorlayıcıydı.

Sam: Evet.

Jezmi: “Jelsy” benim için zordu bu arada. Rayına oturtmak uzun sürdü.

Nina: Vokal kısmını hemen hallettin ama, hızlıca aradan çıktı, ortaya döküverdin.

Jezmi: Olabilir.

Nina: “glory hunter”ın ikinci yarısını sürekli sil baştan yazdık durduk.

Jezmi: “sounds like you had to be there” de bir sürü yeniden yazımla ortaya çıktı.

Nina: O da mı The Twits’teydi? Doğru, evet! Çok zordu. Matematiksel açıdan zordu.

Albüm yazım süreci genelde zihninizde bulanık şekilde mi yer eder?

Sam: Çoğunlukla bulanıktır, içinde de öne çıkan birkaç an olur.

Bir başka röportajınız sayesinde hepininizin burçlarını biliyorum. İki başak (Sam ile Jezmi), bir kovasınız (Nina). Grup içi dinamiğinizin burçlarınızın karakterini yansıttığını düşünüyor musunuz? Örneğin Sam ile Jezmi işe daha mükemmeliyetçi, Nina daha özgün fikirlerle mi yaklaşıyor?

Sam: Bence aşağı yukarı durum bu, evet.  Başak için ne demiştin?

Mükemmeliyetçi.

Sam: Mükemmeliyetçilik var, evet. Bir de bir aşırı düşünme hâli var, o hâli de sık sık Nina sayesinde törpülüyoruz; bu da güzel oluyor.

Nina: Bence ortada süper bir denge var. Şahsen son albümde şarkı yazımının uzun sürmesi beni çok tatmin ediyor. Buna değdi çünkü. Şarkıları yeniden yazmamızla çok daha iyi bir şekle kavuştular. Bazen bu konuda yeterince derinleşemediğimi hissediyorum, yine de oracıkta önümü bakmaya razı oluyorum. Sam ve Jezmi sayesinde harika biçimde topraklanıyorum.

Sanat hakkında çok sevdiğim bir alıntı var: “Bitmiş eser yoktur, terk edilmiş eser vardır.” Benim için bu sözün ima ettiği şey, her ne kadar bir eserin üstüne durmadan yeni şeyler eklemek mümkün olsa da onu bir noktada bırakmamız gerektiği. Bu alıntı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Jezmi: Haklı bir kelam.

Sam: Evet.

Jezmi: Ne yazık ki müzik söz konusu olunca bir noktada paylaşmak gerek. Sanırım bir bitirme durumu söz konusu. Öte yandan bir kez albümde yer aldı mı o hâlini değiştiremiyorsun da.

Nina: Evet, ama öyle de terk etmiş oluyorsun işte.

Sam: Yakınlarda idrak ettim ki bir eseri cidden bitirmek de, sonsuza kadar devam edebileceğin bilgisine rağmen ne zaman sonunun geleceğine karar vermek de başlı başına sanatsal bir kavrayış gerektiriyor. O kararı verebilmek başlı başına bir sanat formu. Bir şeye başlamaya kıyasla daha fazla zorlandığım bir sanat formu olduğu da kesin. “Terk edilmiş eser vardır.” Güzel alıntı, ama bir şeyi bitirme sanatına saygıyla yaklaşmak da şart bence.

Jezmi: Bana kalırsa insanların müziğe bu kadar çekilmesinin sebebi de bu. Ortada sadece entelektüel bir titizlik yok; aniden beliren ve estetik olarak tatmin eden bir şey söz konusu. Ne de olsa yaratıcılık her şeyden önce verdiğin bir kararlar serisidir. Bir şeyi bitirme kararı vermen de yaratıcı kararlar içinde en önemlisidir. Kötüyle iyiyi ayırmak önemli olan; ne zaman terk edeceğine güzelce karar verirsen iyi şeyler ortaya çıkar.

Sam: Bir de şu var tabii: Bir eser bitmiş olabilir, ama insanlar dinledikçe ve dinledikleri bağlam değiştikçe de yarattığı algı değişir. Kimse bir şarkıyı iki kez aynı şekilde duymaz, daima değişen bir şeyler vardır.

Geçenlerde Jon Hopkins ile söyleştim ve ona bir şarkının ne zaman bittiğini nasıl anladığını sordum. Üstünde çalışmayı bitirdiği bir şarkıyı birkaç hafta boyunca bir kere bile dinlemediğini, en sonunda geri döndüğünde hâlâ bir dokunuşa ihtiyacı olup olmadığı yönünde objektif bir fikre kavuştuğunu söyledi. Makul buluyor musunuz bu kelamı?

Jezmi: Şansımıza biz üç kişiyiz, üstüne bir de müzik zevklerimiz farklılaştığı yerler var. Birimizin niş bir zevki diğerlerinin hoşuna gitmeyebiliyor. Belli noktalarda “Pireyi deve yapıyorsun.” ya da “Bir daha dene, iyi olmadı.” diyebiliyoruz. İnce noktalarda birbirimize akıl danışabilmemiz bir lütuf, bir konuya bakışımız da sık sık farklı oluyor.

Nina: Evet. Ayrıca bahsettiğin şu “bir süre dinlememe” olayını hepimiz biraz yapıyoruz bence.

Jezmi: Evet, orası önemli.

Nina: Özellikle de şarkıların yapısı söz konusu olduğunda. Bu senenin başında kaydettiğimiz bazı şeyleri dün tekrar dinledim mesela ve önceden fark etmediğim, ayan beyan ortada duran bazı detaylar gözüme çarptı. Bir şarkıya dalgın bir kafayla, daha sürecin ortasındayken bakarsan bariz şeyleri görmek de zorlaşabiliyor.

Şu aşamada ağırlıklı olarak bir post-punk grubu olarak anılıyorsunuz. Öte yandan bu terim 21. yüzyılda öyle çok da spesifik bir şey ifade etmiyor. Üstelik grup ilk kurulduğunda tarzınız şu anki tarza benzemiyordu bile. Yarın öbür gün ne tarz işler yapacağınızı da kimse bilemez, kulüp müziği bile yapabilirsiniz. Genele baktığınızda modern müzik dünyasında janraların kategorileştirilmesini olumlu mu, olumsuz mu buluyorsunuz?

Sam: Şahsen olumsuz buluyorum.

Jezmi: Ben de, ama insanların niye bu yaklaşıma sahip olduğunu da anlayabiliyorum. Bence herkes bir ölçüde bunu yapıyor. Bahsettiğin terimin -dediğin gibi- özünde kullanışsız olduğunu düşünüyorum. Bir şeyleri kategorilendirmeyi ise anlayabiliyorum, fazlasıyla insani bir durum olarak görüyorum. İnsanların hoşuna böylesi gidiyor. Bir şeyleri düzene sokmayı seviyoruz.

Sam: Ama şu da var, bir şeyleri düzene sokmada herkes o kadar iyi değil. (gülüşmeler) İnsanlar aynı kelimeyi farklı şeyler için kullanabiliyor. Bu da kafa karıştırıcı ve yanıltıcı oluyor. Bu yüzden biz kategorilerden kaçınıyoruz. Zaten kendini bir müzik türü üstünden tanımlayan herhangi bir grup hata yapıyordur bence. (gülüyor)

Jezmi: Evet, garip duruyor öylesi. “Saykedelik bir grubuz.” Öyle mi? Kastettiğin şey altmışlardan esinlenen bir grup olduğun. Saykedelik o anlama gelmiyor ki. Yeterince bakarsan herkesin kategorilendirme yönteminde kusurlar yakalayabilirsin.

Nina: Bir şeyleri genelleştirmek oluyor bu sadece.

Jezmi: Kesinlikle. İstediğin yere çekebilirsin.

Sıradaki sorum için müzik dinleme platformlarınıza bakmanızı rica edecek, dinlediğiniz son üç şeyi soracağım.

Nina: Aman tanrım, dur-

Jezmi: The Twats, The Twits– (kahkahalar)

Sam: Ben Apple Music kullanıyorum.

Jezmi: Bende sadece futbol podcast’leri var. Pek işine yaramaz. (gülüyor)

Nina: Dün UFO’lar ve Tanrı üstüne harika bir podcast dinledim.

Sam: Süper.

Jezmi: İyiymiş.

Nina: Müthişti. Son dinlediğim şey bu. Adı “UFOs, God and the edge of it understanding.” Konuk Diana Pasulka. The Gray Area Podcast’in bir bölümü. Aynı podcast’ten bir de astrofizik üstüne bir bölüm dinledim, konuk saygın bir caz müzisyeniydi. Her şeyin ses dalgalarının ürünü olduğuna, bildiğimiz bütün gerçekliğin sesten meydana geldiğine inanıyor. Ama sonuçta kendisi bir caz müzisyeni. Sunucu da böyle düşünmesinin sebebinin bir müzisyen olması olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Sen en son ne dinledin, Sam?

Sam: Hint bir şarkıcıyı dinledim, Kishori Amonka adlı bir kadın. Geleneksel ragaları, yani dini şarkıları okuyor.

Nina: Sen de podcast mi dinliyorum demiştin Jezmi?

Jezmi: Chelsea Futbol Kulübü hakkında üç podcast dinledim.

Bugün Oasis’in birleştiği haberini aldık, sıradaki sorumu da bu haberden ilhamla hazırladım: Dağılmış bir grubu geri getirebilecek gücünüz olsa hangi grubu seçerdiniz?

Jezmi: Oasis’i. (kahkahalar)

Nina: Konser bugün mü?

Jezmi: Yok, gelecek yaz turne yapacaklar. Pardon, konuyu dağıtıyorum, ama unutmadan bir şey demem lazım: Birleşmelerinin sebebinin Noel Gallagher’ın boşanma davasında 20 milyon dolar kaybetmesi olduğunu biliyor muydunuz? İflas etmiş durumda, o yüzden bunu yapmak zorundaymış. (gülüyor)

Konuya dönecek olursam: Can’i orijinal kadrosuyla izlemeyi çok isterdim.

Nina: Alice in Chains’i izlemek iyi olurdu. Bir canlı albümlerinin bende yeri özel de.

Sam: Ben de Jimi Hendrix diyeceğim.

Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Bar Italia’nın anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdiniz?

Jezmi: “Can I come inside?” (gülüyor)

Sam: Cennetle ilgili sözlerimizden biri.

Nina: Gülmekten cevap veremezdim.

bar italia konseri biletlerine şuradan, grubun Bandcamp sayfasına şuradan göz atabilirsiniz.