Kişilik inşası kaç aşamada bitirilebilir? Daha doğrusu bitirilebilir mi? Aslında bittiğini fark ettiğimiz noktada bir sorun var demektir. Yeryüzünde olduğumuz süre boyunca, bu mutlak inşa devam eder. Sürekliliği olması bakımından zorunludur. Bir argonot değilseniz ve dünyanın hiçliğine varan soyut yoldan daha insani bir anlama karşılık geliyorsanız bu mecburiyettir. Her ne kadar rastlaştığımız dilemmalar bizi zorlasa da. Zorlar çünkü yeryüzündeki yolculuğumuzda yalnızızdır. Seçenekleri yaratırız ve yaratırken yine sadece benliğimize güveniriz. Aslında ben’e atfettiğimiz şeylere. Ben, minvallerimizi çizer, özümser, anlamlandırır. Doğası gereği başkalarına tabi olan ben, bazen var olmanın dayanılmaz hafifliğindeyken bazen bu tabiyet içinde kaybolmuşluk, yabancılaşma ve müphemiyet çeker. Tüm bunları “Şimdi her şeyi biliyorum.” diyerek dünyaya sırt çevirişini belirten Buda’da mı, omnia fui, nihil expedit diyerek “Her şey idim; hiçbir şeye değmezmiş.” diyen Severus’un vazgeçişinde mi aramalı?
Bu egzistansiyel sancılara meftun biri olarak, Portekiz modernizminin öncülü Fernando Antonio Nogueira Pessoa’yı seçerek bu noktada ters köşe yapıyorum. Tabi ki okuyucuda karamsar bir bakış açısı yaratma niyetinde değilim, sadece olayın kendini bulma noktasında netlik kazanmaya başladığını keşfeden ve heteronimleri aracılığıyla bunu bize gösteren biri olarak Pessoa’nın hatırlanması gerek. Benliğimizin keşfi esnasında Dünya’nın Yedi Bölgesinin pek de önem arzetmediği, kilit noktanın kendi kendimizi hissetmeye başladığımız sekizinci bölgede başladığını Pessoa’nın kaleminden deneyimlemek gerek.
Adının Romalı oyuncuların maskesi anlamına gelen persona kelimesini andırması şaşırtıcı değildir, keza Pessoa da kelime anlamı olarak Portekiz dilinde hiç kimse anlamını taşır. O hiç kimsedir, çünkü birçok kimse olmak istemiştir. Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis ve Bernardo Soares, Pessoa’nın dramatik anarşilerle dolu evreninde kimi zaman şiirlerle, kimi zaman anlatılarla, kimi zaman itiraflarla, kimi zaman mektuplarla yaşar. Her şeyi, her yerde, olabildiği kadar farklı şekillerde hissetmeye ve gücünü bu yönde kullanmayı seçmesi sonucu oluşan bu kurmaca karakterler, Portekiz edebiyatında Paulismo akımını yaratır. Portekiz modernizminin öncüllerinden olmasının yanı sıra, 1913’te geleneksel edebiyat kurallarını yıkan ve 20. yüzyılın başkalaşan, makineye dayalı perspektifinden yola çıkan fütürist harekette yer alır. Sanayide olduğu kadar sanatta da tabuları bozan fütürizm, Pessoa’nın kurmacalarında eskiyi ayıklama, henüz zamanı gelmeyeni şimdiye katma noktasında mihenk taşı görevindedir. Ölümünden sonra keşfedilen yazarlar arasında olması üzücüdür. Fakat kaotik iç güdüsü, bilinçli olarak ortaya konan bir çabadan çok, eserlerine yansıttığı birden fazla kimlikle Pessoa’yı sandığından çıkarıp sayfalarımıza bırakır. 70 ayrı yazarın, kişiliğin, edebi duruşun imzasını taşıyan yazıları bu sandığın bulunmasıyla ün kazanır. Sandıktaki diğer yazarlar arasında kadınlar, İngilizce yazanlar ve yarım kalmış birçok karakter, tek bir insanın ruhunda bir araya gelmek üzere efsaneleşir.
Durban’da geçirdiği çocukluğu sırasında öğrendiği İngilizceyle varlığının batımını anlamlandırmak için on dokuzuncu senesinde yazdığıyla; “İnsan, kapalı bir pencerenin dibinde vızıldayan kör ve nafile bir böcekten başka nedir ki?”, kaygılarının başlangıcına tanık oluruz. Doğası gereği imkansız olan şeylere olan tutkusu, maddi dünyanın ona sunduklarıyla yetinmemesine, anlamı içinde taşıdığı mistifikasyona, esrarengiz ve spiritüel olana yönelmesine yol açar. Ailesi tarafından da bu olağanüstü hali anlaşılamayan Pessoa’nın, ulaşmayı asla başaramadığı annesinin varlığı, sancılarını dindirebilecek tek olasılıktır. Annesine olan aşkını ilkini yedi yaşında yazdığı şiirleriyle, devamında yirmili yaşlarında yazdığı mektuplarla, sonuncusunu ise kırk sekiz yaşında yazdığı şiiriyle dizeler. Eksikliklerinin yarattığı tabiiyet içinde kendini bulma mücadelesi. Özniteliğinin gücüyle ortadan kaldırdığı eksilikleri, beraberinde yoğun bir kaygıyla beraber delirme korkusuna olan takıntısını gün yüzüne çıkarır. Günlüklerinde sık sık şüphe ettiği fakat hakikat ve öze içkin tahayyülleriyle üstesinden geldiği bu takıntı, Pessoa’nın dingin ve karanlık dünyasına bir tür bağlam katar. Materyalizmi, septik yönüne duyduğu güvenden dolayı inkar eder. Meçhul olana duyulan arzu, kabul etmeliyiz ki kaygı ve endişeyi zihinsel dünyamızda yaşatmaya devam edecek.
Hislerinin yarattığı felsefi ambiyansta skolastiklere olan hayranlığını sık sık dile getirerek, Dionysos’un Tanrı hakkında söylediklerini, dünyanın kendisinin bir tezahür olduğu fikrini benimser. Heraklitos, Platon, Protagoras ve hatta aseksüellik ya da paraseksüelliğinin yansımalarını anlamada Freud, başvurduğu doktrinlerdendir. Kendisinin, hatta kültür denilen şeyin de bir inisiyasyon olduğunu öne süren Pessoa; Platon, Thales ve Pisagor’un Mısır’da inisiye olduklarının farkındalığıyla böyle bir spiritüel tesirin altında kalmış olmalıdır. Zira Aleister Crowley’e olan sempatisi ve “Dilediğini yap, tek Yasa budur.” öğretisini hakiki iradenin önbilgisi olarak görmesi bu tesire arka çıkar.
“İnsan kendini yansıtır; ama yansıyan şey, düşünün şekilsiz gölgesidir, imgeleminin dinamiğidir.”
Sonrasında o da, cogito ergo sum der. Düşünen öznenin varlığını, dünyaya dair tek gerçek saptama olarak değerlendirir; Descartes’ın sistemli kuşkuculuğundan fazlasıyla etkilendiğini buradan tasdikleriz. Düşüncenin merkezciliğine karşı eylemi merkezkaç olarak nitelendirir. Eyleme muvazi pratik faaliyeti, mutlak pratik oluşundan antientelektüel görür ve Pessoa’da aslında hissetmek, düşünmeyi pekiştirmekten başka işe yaramaz.
Otuzlu yaşlarına geldiğinde ilgisi doğrultusunda geliştirdiği okültizm ve medyumluk değerleri, Pessoa’nın şuuraltına ışık tutar. Mizojini, homoseksüel eğilimleri, astral olana ilgisi ve üst-benin otorite kurduğu bilinci, karakter çatışmalarını çoğaltır.Gül Haçlıları, masonlar, Rodos Şövalyeleri gibi ezoterik geleneklere bağlılığı, 1917’de yazdığı Medyum Tebliğlerinde yansır. Devamında gelen 1930 tarihli notu, tinin bilinçdışı faaliyetinin incelenmesine katkı olarak gördüğü, salt bilinciyle yorumladığı medyumluğun basamaklarıdır.
“Yalnızca Tanrılar tohum eker; insanlar Tanrıların ektiğini derler. Kelimeler sembollerdir; tıpkı insanların ete kemiğe bürünmüş fikirleri gibi. Kadınlar da erkekler gibi Tanrısal bedenselleşmenin tezahürüdürler. Onlar, öne doğru Tanrısal atılımın bedensel inkarıdır. Maddenin Tanrısal anlam yönündeki eylemi olan erkekler, kadınlar kadar Tanrısal değildir, çünkü Tanrısallıktan dışarıya doğru çıkarlar. Cinsel farklılıklar, maddenin içindeki bu hakikatin ifadesidir.”
1914 sonrası yazdığı metinler Pessoa’nın olgunluk evresine tekabül eder ve sarih bir bilinçle yetkin hale gelişini izleriz. Heteronimlerinden Bernardo Soares başta olmak üzere, kendini tam anlamıyla ortaya koymaya çabaladığı görülür. Hatta çabası dahi bir inkara evrilir.
“Kuşkucu biri değilim ben. Son derece uyuşuk biri olsam da, her şeye rağmen inançsız biri olamayacak kadar aktifim. Ben Dekadans bir paganım ve açığa çıkan gizemlerin mümkün kıldığı bir Tanrı yorumu içinde inançlı biriyim. Hıristiyan bir ruhun tüm mistik coşkusuyla pagan Tanrılara inanıyorum. Bu pagan Tanrılar benim gücüm; Hıristiyan ruhu ise kişisel yolum. Tanrılar, barış ve uyum demektir. İsa Mesih eriyip gidiyor; Tanrılar geri dönüyor. Onlar, cömert bir varoluşun giderek büyüyen tamlığı içinde benim düşüncelerimi kapsayan daha geniş bir tinin düşünceleri gibi, benim dışımda varlar.”
Burada heteronimlerinden bir diğeri Ricardo Reis ile karşılaşırız. Düşleme yeteneği en üstün kişi olarak tanımladığı bu paganı, iman ve inançtan yoksun olması durumunda bir hayvana eş değer sayabileceğini belirterek, üstün insan konumuna oturttuğu politeist görüşü yüceltir. Ayrıca okudukça ara ara karşınıza çıkacak, tamamen yazarın kendi çıkarımlarına dayalı yaşam kuralı başlıklı maddeler, gerçek anlamda yaşam mottosu yapılabilecek türden çıkarımlardır. Kişilik inşası serüveninde, kişinin kendisinde yaratacağı öngörülerin dayanaklarla ortaya çıkmasında Pessoa, dingin kaotik dünyası sağımızda, mistiğe ve meçhule meftun hali solumuzda, bize transandantal bir rota çizer.
Karakter bir inanç şeklidir ve bu haliyle, düşünür için imkansızdır. Sonsuz ben arayışına sahip, yalnızlığını metafizik düzeyde yaşamayı başaran bu yazarı anlamanın, anlatı ve şiirlerinden önce, gençlik dönemlerine ait heteronimlerini okumayla olabileceğini deneyimle. Tek varoluşla birden çok özü sunan bu estet, çoğu sorunun cevabı. Ufak bir rehavet haline, bulantıya, içselliğinin uçurumlardan geçilmeyen dağlarına ya da maviliğinde kaybolmayı göze aldığın okyanuslarınla bakışmaya hazır ve nazırsan; Caeiro, Ricardo, Campos ya da Pessoa, uçurumun tam ucunda.