Her sanat akımı, sanatın icra edildiği mekanları da kendisiyle beraber ortaya çıkardı. Caz için 1920’lerden itibaren Paris ve New York, Rönesans için İtalya, rap için 80’ler sonrası East Coast-West Coast ayrımı olduğu gibi belirli başkentler de akımların merkezi oldu. Benim ilgimi çeken konu ise tüm punk türlerinin atası, başlangıcı ve merkezi olan Londra. Özellikle de alternatif müziğin seyrini değiştirmiş spesifik bir mekan: Marquee Club.
Hikâye 1957 yılında caz sevdası üzerinden başlıyor aslında. Civarda caz festivalleri ve dinletileri yoğunluklu olarak ilerliyor. Londra’nın en işlek bölgelerinden biri olan Soho’da açılan mekan, zamanla blues da eklenince Amerikalı Muddy Waters gibi kendi janrası içinde babalardan sayılan sanatçıları ağırlamaya başlıyor. İlk iki üç yılın hızlıca yükselttiği mekân, 1960’larda çok geniş yelpazede grupların ağırlandığı bir yere dönüşme kararı alıyor. Tüm bu süreçte ilginç şekilde hâlâ alkol lisansı olmayan mekân, 60’ların sonunda tamamen bir bara dönüşüyor. Geç bile kalınmış. Ondan sonrası ise şiddet, alkol, seks, uyuşturucu ve salınımın uç noktalarda olduğu kontrolsüz bir süreç.
Marquee, yeni müzik yapmaya başlayanların desteklendiği yeni bir mekân olarak rock tarihinin en önemli gruplarından biri olan Rolling Stones’un kariyerlerinde verdikleri ilk konsere ev sahipliği yapıyor. Onlarla başlayan süreçte dünyayı kapsayacak nice grubu ilk konserlerinden itibaren ittiriyorlar ve çıkan sonuç anlat anlat bitmez: Eric Clapton ve Cream, Pink Floyd, Black Sabbath, Guns N’ Roses, Led Zeppelin, ilk Jimi Hendrix İngiltere konseri, The Who, Sex Pistols, The Clash, The Police, David Bowie, ilk Metallica İngiltere konseri…
Herkesin birbiriyle tanıştığı geniş bir ağ içinde aynı sahneyi paylaşarak birlikte büyümeleri bu efsaneyi özel kılan yegâne şey. Herhangi bir akşam biranla konseri izlerken yanında Gary Moore gibi biri sıradan şekilde duruyor olabilir, konuşmaya başlasan bile o olduğunu fark etmeyebilirsin. Benim en çok gözümü alan konser örneği ise dünya tarihinde ne yazık ki bir kere yaşanabilmiş bir ortaklık: Joy Division – The Cure konseri. 1979 yılında 4 hafta boyunca her pazar günü Marquee’de konser vermeye anlaşan The Cure, her seferinde sahneyi kimin açacağını kendilerinin seçmek istedikleri şartını koyuyorlar. Henüz aşırı popüler olamamış Manchester’lı grubu canlı olarak çokça izlemiş olan Robert Smith, özellikle Joy Division’ın ilk olarak kendileri için açılış yapmasını istiyor. 4 Mart 1979’da gerçekleşen konserin hiçbir kaydı olmasa da, kalan tek şey olan setlist bile tüylerimi diken diken ediyor.
Çok kez el değiştiren mekan punk, psychedelic rock, new wave, post punk, blues rock, heavy metal, hard rock, prog rock, glam rock ve çok daha fazla türün zirvesini yaşattıktan sonra 1980’ler ve sonrasında yavaş yavaş kayboluyor. Zamanın müziği yavaş yavaş kendini başka dünyalara bırakıyor. Her zaman olduğu gibi. Bir benzeri de Amerika’da Holywood çevresinde “The Rainbow” adında var aslında. Vaktiyle müzik dünyasına ev sahipliği yapmış bu mekanlara karşı saygı duruşunda bulunmak ve anmak yapabileceğimiz şeylerin minimumu. Her zaman böyle yerlerin bizleri buluşturması dileğiyle…