Ben genelde tiyatro ve sinema üzerine, gündemdeki konular ile alakalı şeyler yazıyorum burada. Ama yalnızca çıkan son ürünler nelerdir, nerede ne ödülleri dağıtılmıştır dışında da konuşulması değerli birçok konu var. Bunların hepsine elbette haftada bir yazdığım yazılarda yetişebilmek oldukça zor. Ama elimden geldiğince dikkatime takılan konuları yazılar aracılığıyla düşünmek hoşuma gidiyor. Son günlerde Genco Erkal’ın cumhurbaşkanına hakaretten ifade vermeye çağırıldığını gördük. Yine geçtiğimiz aylarda Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın aynı sebepli davası sona ermişti. Bahsedilen bu suç öyle her yöne çekilebilir bir suç ki ne yazık ki herhangi bir eleştiri, herhangi bir sayı halkı kin ve nefrete sürükleyebiliyor ya da hakaret adı altında sayılabiliyor.
Peki, biz Genco Erkal’ı, Müjdat Gezen’ı ve Metin Akpınar’ı bu davalarla mı tanıdık? Hayır. Onları sanat ustaları kimlikleriyle tanıdık. Ben pandemiden önce gittiğim her 27 Mart yürüyüşünde en önde pankart tutarken tanıdım Genco Erkal’ı. Özgürlük Parkı’nda tek kişilik oyununu izlemek için sıra beklerken, başı dik yürüyerek parkı geçerken gördüm onu. Yıllarını tiyatroya adamış, Türkiye sinemasının tarihinde adları yazılı bu kişilerin isimleri o kadar önemli bir yerde ki üzerlerine atılan çamurlar ilk yağmurda akıp gidecek. Geride hatırlanan, o pis çamuru atanların tırnaklarında çamuru ellerine aldıklarında kalan toprak parçaları olacak.
Bunun böyle olduğunu ve olacağını, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın mahkemelerinin lehlerinde sonuçlanması sonrası oluşan ortamda çok rahat görebiliyoruz. Kimse onlara sırt dönmedi ya da üzerlerine atılan çamur onların değerini eksiltmedi. Aksine tiyatro dünyası için en önemli günlerden birisi olan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde ulusal bildiri, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar tarafından yazıldı. Her yıl ülkeler bir tane ulusal bildiri yayınlar ve kendi tiyatrolarının durumundan, gelecekten, beklentilerinden bahseder bu bildiride. Bir de uluslararası yayınlanan bir bildiri olur, bu yıl da onu Helen Mirren kaleme aldı.
Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın kaleme aldığı bildiri Kovid şartlarında seyircisizleşen tiyatro kültürü üzerinde durmanın yanında esasen insan faktöründen bahsediyor ve diyor ki: “Tiyatro insanlığın vazgeçilmezidir. İnsansız tiyatro, tiyatrosuz insan olmaz ve güzelim tiyatro kültürü, biz insanlar burada olduğumuz sürece yaşamaya devam edecek.” Üzerlerindeki çamura aldırış etmeden tiyatroya ve insana bu denli değer vererek bir bildiri kaleme almaları; benim gözümde baskılardan bahsetmelerinden, şiddeti yeniden yaşatarak ortaya dökmelerinden çok daha anlamlı çünkü bize umutsuzluğa düşmememiz için bir fırsat veriyor, bir çıkış yolu, bir ihtimal… Bu ihtimal tiyatroyla gelecek diyor ve bunu düşünen insanların olduğunu bilmek dahi kendimizi yalnız hissetmemizin önüne geçebiliyor.
Türkiye’de gerçekten kafamızı karıştıran pek çok olay oluyor, örneğin bu bildiri de aslında çoğumuzun gözünde eksik kalmış olarak addedilebilir, ama -demin de söylediğim sebeplerden- belki de bu denli batmışken gelen bu çeşit bir umut, ihtiyaç duyduğumuz bir şeydi. Öte yandan Helen Mirren’in bildirisine baktığımızda pandemi sürecinde tiyatroların ve tiyatro emekçilerinin yaşadığı çıkmaz açık açık dile getiriliyor, elbette onun da bildirisi umut vadeden bir şekilde sonlanıyor: “İnsanlar dünya üzerinde var oldukları günden beri birbirlerine hikâyeler anlattılar. Ve güzelim tiyatro kültürü biz insanlar burada olduğumuz sürece yaşamaya devam edecek.”
Belki Müjdat Gezen ve Metin Akpınar davaları ile alakalı endişelendiler ve böyle tuttular metni. Ya da benim düşündüğüm gibi umuttan gözümüzü ayırmamamız gerektiğine inandılar, en azından bir gün. Sebep ne olursa olsun gerçek tek, o da tiyatroların bu dönemde büyük bir sınavdan geçtiği. Öyle bir sınav ki, geçtiğimiz haftalarda Tiyatro Kooperatifi yaptığı açıklamada durum böyle giderse, yani desteksiz ve tiyatroların talepleri göz ardı edilerek devam ederse, özel tiyatroların yarısı kapanabilir dedi. Bu bir gerçek, tüm sahneler bu gerçekle baş edebilmek için kendilerine göre yollar arıyorlar, bazısı oyunlarını canlı yayınlıyorken bazısı destek ürünleri satıyor. Bunlar bireysel gayretler ve bu sebeple de kısıtlı ihtiyaçları karşılayabiliyorlar elbette, bu sebeple de tiyatroların pandemi sürecinin başından beri yineledikleri destek talepleri görülmeli ve acilen harekete geçilmeli. Ama ne yazık ki o kadar geç kalındı ki birçok sahne kapandı ve tüm tiyatrolar geri dönüşü olmayacak şekilde yaralar aldı. Biz yine de talepleri dile getirmeye devam etmeli, kimsenin altı boş bir şekilde hakaret adı altında gelen itibarsızlaştırma gayretlerine kulak asmamalı ve 27 Mart bildirimizde söylendiği gibi birbirimize güvenmeliyiz.