Saat sabah 6.28’ti, mevsim kış olmasına rağmen ülkede hala yaz saati uygulanıyordu bu da işe gitmek için uyandığım ve hazırlanıp evden çıktığım saatte gökyüzünün gece vaktini aratmayacak karanlıkta olması anlamına geliyordu. 2 dakika sonra 15 dakika aralıklarla kurduğum 3 sabah alarmımın sonuncusu da çalacak, artık başka çarem olmadığını maalesef kabul ederek huzursuz uykumdan ve gördüğüm tuhaf rüyadan uyanacaktım. Rüyamda, yorgun ve gergin olduğum zamanlarda hep olduğu gibi, nereye olduğu önemsiz olmakla birlikte bir yere yetişmeye çalışıyor, ancak Murphy kanunlarını teker teker tecrübe ettiğim için bir türlü hazır olup evden çıkamıyor, gerildikçe geriliyordum. Normalde oldukça dakik biriyim aslında ama rüyalarımda hep geç kalıyordum. Ya adresi ararken kayboluyordum, ya da hep planlarımın dışında aksilikler oluyordu. Ya son anda bir yere uğramam gerekiyordu, ya da bir şey unutup geri dönmek zorunda kalıyordum. Sürekli dakika hesabı yapıyordum. Son zamanlarda epey sıklaşmıştı bu durum, rüyalarım da giderek gerçeklik algımı yerle bir edecek hallere bürünüp daha da rahatsızlık verici olmaya başlamıştı. Rüyalarımı severdim aslında, bu rahatsızlık hissinden tuhaf bir şekilde zevk aldığım bile olurdu hatta, sonra anlatması eğlenceli oluyordu, bana da malzeme çıkıyordu işte. Ama uyandıktan sonraki ilk dakikalar sinir bozucuydu. Gördüklerimin rüya olduğuna ikna olmam zor oluyordu. O sabah da rüyamda, uçağa yetişmek üzere evden çıkmak üzereydim. Sözde tatile çıkıyordum, mutlu olmam gerekirdi ama değildim. Makyaj yaparken beyaz t-shirtüme fondöten sıçradı, sinirle çıkarıp başka bir beyaz t-shirt aradım, ilk bulduğumu üzerime geçirdim, ama bu t-shirt neredeyse 8 kilo daha zayıf olduğum zamanlardan kalmaydı. Belki bir gün zayıflarım umuduyla atmaya kıyamadığım, ama zayıflayamadığım için de giyemediğim… Çıkarıp attım yatağın üzerine. Dolabın koyu renkli kıyafetler kısmına çevirdim gözümü. Hafif bol siyah bir t-shirt geçti elime, onu giydim. Bu kez tamamdı. Siyah renk her zaman kurtarıcıdır? Gerçekten mi? Tam böyle cümleler kurmalık sabahtı! Dünyayı benim küçük tespitlerim kurtaracak…Üzerime montumu giyip çıkmaya hazırlanıyordum ki, şarj aletimin prizde olduğunu hatırladım, yatak odama geri döndüm şarj aletini sırt çantamın ön gözüne sokuşturdum, sonra komodinin üzerinde duran parfüm şişesi gözüme ilişti, onu da çantama attım. Kapıya yöneldim, bu kez de lens solüsyonumu almadığımı fark ettim, banyoya döndüm. Seyahat boyu şişemi alıp banyodan çıkarken, duşakabinin buğulu camının ardında ten rengi bir şeyler dikkatimi çekti, vakit daralıyordu, havaalanı evime 5 dakika mesafedeydi ama güvenlik kontrollerini, xray sırasını düşündükçe geriliyordum. İstemsizce duşa yönelip, cam perdeyi araladım. Gördüğüm sahne karşısında ne yapacağımı bilemez halde kalakaldım. Kendi çıplak bedenimdi. Islaktı, belli ki duş alırken donmuş kalmış, oturur vaziyette kaskatı kesilmişti. Panikledim ama rüya bu ya, korkmamın sebebi kendi cesedimi görmüş olmam değildi. “Ben öldüm mü şimdi, bu ne, noluyo?” diye düşünmem gerekirken, düşündüğüm ilk şey bundan nasıl kurtulacağım oldu. Çünkü tatile çıkacaktım, 1 hafta evde olmayacaktım ve 1 hafta boyunca ceset evde durursa kokacak ve çürüyecekti, sonra kurtulması daha da zor olacaktı. Ama vaktim yoktu, evden hemen çıkmam gerekiyordu. Ceset çok ağırdı, izlediğim filmlerdeki cesetten kurtulma yöntemlerini uygulayacak bilgim, ekipmanım ve soğukkanlılığım yoktu.Korkuyordum ama korkmamın nedeni saçma bir şekilde uçağa geç kalacak olmamdı. “Ne yapacağım ben şimdi” diye düşünürken, alarm çaldı ve irkilerek uyandım! Rüyalarımı seviyordum aslında, zaten eninde sonunda uyanıyordum…Dinlerken “bundan güzel sabah alarmı olur” diye telefonuma indirdiğim ve alarm yaptığım şarkı “The Sounds – We are not living in America” olanca çığırtkanlığıyla çalıyordu.
Şarkı güzeldi aslında, yürüyüş yaparken veya evi temizlerken dinleyince etkisi daha da güzel oluyordu ama sabah alarmı yapılacak şarkı değilmiş, paniğe sevkediyor insanı, huzursuzluk veriyor. Daha sakin bir şeyler seçmeliydim bir ara…Gözlerim açık, içinde bulunduğum anı idrak etmeye çalıştım bir süre. Yatakta boylu boyunca yatıyordum, kendi evimdeydim, hava karanlıktı, günlerden salıydı, kalbim hızla çarpıyordu ve evet neyse ki hepsi rüyaydı. Biraz kendime geldikten sonra alarmı kapatıp yataktan çıktım,banyoya gittim. Aslında bir duş alsam hiç fena olmaz diye düşündüm ama çok üşendim, hem de korktum. Ya düşer bayılırsam, belki de rüya bir işaretti? Vazgeçtim. Evden çıkmam için 20 dakikam vardı, hızla dişlerini fırçaladım, saçlarımı özensiz bir topuz yaptım. Alelade bir siyah pantolon ve siyah v yakalı kazak seçtim. Siyah renk her zaman kurtarıcıdır zira. Sadece göz altlarıma birazcık kapatıcı sürdüm, parfüm sıktım. Tüm bunların hepsi 7 dakikamı almıştı, hızlı hazırlanmak konusunda baya geliştirmiştim kendimi. Hazırdım, ama çok erken çıkınca servis beklerken üşüyordum. Oyalanmak bir 8 dakika oturdum, twittera baktım, dedikodu potansiyeli görüp birkaç anlamsız şeyin ekran görüntüsünü aldım tamamen amaçsızca, mail kutumu yeniledim ama yeni düşen mailleri okumaya üşendim. Whatsappa girdim, üç farklı goy goy grubunda birikmiş okunmamış şeyler vardı. Hızlıca baktım, cevap vermemi bekleyen veya iş whatsapp grubuna “ben gelemiyorum bugün” veya “ben biraz gecikeceğim” yazmamı gerektirecek türde acil/kötü bir haber vs yoktu. Montumu giydim, atkımı şapkamı taktım evden çıktım. Apartmanın bulunduğu sokağın başına doğru yürüdüm. Kendimi akşam vakti servisten inmiş evime yürürken hayal ettim. Hava soğuktu, ayaz yüzümü yakıyordu. Birazdan servis gelecek, yol açıksa 45 dakika, değilse 1 saat 15 dakikalık bir yolculukla işyerime varmış olacaktım. Çok uykum vardı, gözlerimi zor açık tutuyordum. “Nolur, trafik olsun” dedim içimden, biraz daha fazla uyuyabilirdim eğer yol açık değilse. Ama yol açıktı, 45 dakikalık sefil servis uykumdan oldukça suratsız bir şekilde uyandım, rahatsız bir pozisyonda uyuduğum için boynum ağrıyordu. Servisten indim. Saat 7.45’ti, gökyüzünün rengi biraz daha ağarmıştı ama hala karanlıktı. Mesainin başlamasına 1 saat 15 dakika vardı, kahvaltı için köşedeki büfeden bir krem peynirli domatesli zeytin ezmeli simit sandviç aldım. Bazı lezzetlere karşı obsesifim, bu da onlardan biri. Sabahın köründe geldiğim için öğle aralarında olduğu gibi uzun bir asansör kuyruğu yoktu. Masama geçtim. Kahvaltıma başlamadan önce kulaklıklarımı taktım. Neydi? “Müzik herkese iyi gelir?” Konsantre olmayı kolaylaştırdığı iddia edilen enstrümantal playlistlerimden birini açtım ama zaten uykum vardı, iyi bir seçim olmadı.
Sahilde yürüyüş yaparken dinlediğim playlistimi açtım, içinde kuşlar böcekler hayat ne güzel temalı şarkılardan oluşan bir playlist. Fakat onu da “kafam kaldırmadı”.
Belli ki benim playlistlerimin sırası gelmemişti daha. Böyle zamanlarda hep radyo açarım, bilmeme ihtimalimin yüksek olduğu, herhangi bir anıyı çağrıştırıp durduk yere can sıkmayacak şarkılar arka planda çalsın diye. İnternette keşfettiğim o bağımsız online radyoyu açtım. Daha önce duymadığım ama esintileri hoşuma giden bir şeyler çalıyordu, radyocular benden daha tecrübeliydi sabah müzikleri konusunda.
Tam evde kalıp tembellik yapılacak gündü aslında ama, yetiştirmem gereken bir sürü iş vardı. Hiç çalışmak istemiyordum, ve maalesef havanın soğuk olması, yaz saati uygulandığı için geç aydınlanması ve benim keyifsiz olmam geçerli bir sebep değildi. Derin bir nefes alıp, e-devlet sitesini açtım. Yapacak iş çok ya, faydasız gereksiz şeyleri merak ederim şimdi. Kyk ödemelerime baktım önce, ne kadar borcum kalmış diye, 5 taksit kalmış. Bittiği gün çocuk sevindireceğim. Sayfaya öyle boş boş bakarken aklıma geldi, bu kez de bağlı olduğum sandığın sayfasını açtım. “Ne zaman emekli olabilirim’ sekmesine girdim. 27yıl-6ay-19gün, Kalan prim gün sayısı 5246…Derin bir nefes daha aldım. Acaba migrenim tuttu diye izin istesem eve mi gitsem diye düşündüm bir an, ya da belki bir aile dostu cenazesi? Hangisi daha inandırıcı olurdu? Neyse, geldim artık buraya kadar. Durduk yere yalan söylemenin hiç lüzumu yok. Hem zaten yarın yine buraya geleceğim. Ertesi gün de, ertesi gün de… Evimi düşündüm, henüz kimsenin gelmediği karanlık ofise baktım. Evim cennetse, burası cehennem. Aradaki trafiksiz 45 dakika, trafikli 1 saat 15 dakika olan yol da araf oluyor bu durumda sanırım. Sanki çok önemli bir şey bulmuş da yüzyılın sırrını açığa kavuşturmuş gibi, “aferin bana” dedim içimden, “sabah sabah ne metaforlar, ne benzetmeler, ne güzel tespitler yarabbim, yazayım bunları bir ara en iyisi…”
Güldüm. Kendi kendime güldüm, halime güldüm…