Kapak Fotoğrafı: Pasqual Dominic Amade
Amsterdam merkezli elektronik ikili Weval (Harm Coolen and Merijn Scholte Albers), yeni stüdyo albümleri CHOROPHOBIA‘yı 5 Eylül’de bizlerle paylaşacak. Albümü önden dinledik, ardından Coolen ile Zoom’da sohbete oturduk.
Yeni albümünüz CHOROPHOBIA’yı önden dinledim ve çok sevdim. Şarkıların her biri ayrı bomba.
Harm Coolen: Bunu duymak harika, dostum.
Albümün adı “dans etme korkusu” anlamına geliyor. Okurlarımız için bu ismin neyi temsil ettiğini biraz açabilir misin?
Fark ettik ki hep dans etmekle etmemek arasında bir yerdeymişiz. Daima sadece hislerimizin peşinden gittik. Bence müzik yaparken en önemli şey de bu; sezgini ve duygularını takip etmek. Ancak bir noktada fark ettik ki o ‘his’ dediğimiz şey de aslında bir çeşit konfor alanıymış; yani duygunun bir ucuna daha cesurca gidip o uçlarda yaşamak konusunda kendimize pek güvenmiyormuşuz. Stüdyodayken biraz daha dans odaklı şeyler yapmaya hiç cesaret edememişiz. Oysa sahnede yapmak istediğimiz şey hep çok netti. Sahnede çok daha sert, çok daha cesur adımlar atıyoruz. Oradan ne zaman stüdyoya dönsek bazı öğeleri çok yüksek sesle koymaya ya da daha büyük bir drop yazmaya karşı bir çekincemiz oluyordu. Minik bir sahne korkusu yaşıyorduk. Hatta gençken dans etmeye de çekiniyorduk. Ancak dans etmeyi çok seviyoruz. O yüzden bu albüm bizim için o korkuyu yenmeye yönelik bir araç aslında. Bu sefer gerçekten dansın kendisine odaklanalım, işi sonuna kadar götürelim istedik.
Peki sahnede değil de dinleyici olarak bir konserdeyseniz genelde sakin tipler misiniz; yoksa dans edenlerden mi?
Açıkçası öyle çok iddialı bir dansçı değilim. (gülüyor) Gençken, yani 10 yıl kadar önce indie grupların konserine gittiğimde bile müziğe kendimi kaptırıp hareket etmek istiyordum. Mesela Beach House gibi daha duygusal grupların konserinde… Bu beni hep şaşırtmıştır. Gerçi bakınca onların da bence kendilerine has bir groovy yanı var. O dönem onların konserlerine gittiğimde seyirciler genelde sadece durup dinliyordu; bense yerimde duramıyordum. Elektronik müzikte de aynı şekilde, 10 yıl önce insanlar sanki daha az dans ediyordu. Şimdi insanlar sahiden hareketleniyor ve bu harika bir şey. Biz de dans ediyoruz ama pistin yıldızı asla olamıyoruz. (gülüyor) Daha minimal bir dans tarzımız var diyelim.
Albüm notlarında CHOROPHOBIA’nın en dışa dönük işiniz olduğunu söylemişsiniz. Sizce kişilik olarak içe dönük müsünüz yoksa dışa dönük mü?
Bu ilginç bir mesele aslında. Kendi hakkımda bunu hiç fark etmemiştim, ta ki biri bize “Siz içe dönüksünüz,” diyene kadar. İçimde iki karakterden de parçalar var gibi hissediyorum; ama bu yorumdan sonra fark ettim ki evet, aslında bayağı içe dönüğüz. Merijn bence benden de içe dönük. Dışa dönük olduğumda bile o hâlim içe dönük bir zeminden çıkageliyor. Şunu öğrendim: İnsan içe dönük biri olup dışa dönük davranışlar sergileyebiliyor. Aslında bu albüm de tam olarak bu meseleyi anlatıyor: İçe dönük birinin, kendi içindeki dışa dönük yanına ulaşma çabası.
Bir iç huzurdan cesaret bulup sınırları zorlamak ve o zeminden ilerlemek gibi de düşünebiliriz.
Aynen öyle, evet.
Az önce herkesin artık daha rahat dans edebildiğini söyledin. Bence bu biraz da kamusal alanlarda “cool görünme hâli”ne dair yerleşmiş bir yargılayıcılığın kırılmaya başlamasıyla ilgili. Bir yandan da artık her müzik türü, diğer türlerle daha fazla iç içe geçiyor. Hem sanatçıların hem de izleyicilerin kendilerini ifade etme biçimleri eskisine göre çok daha özgür ve önyargıdan yoksun.
Kesinlikle, yüzde yüz katılıyorum. Gerçi bunu genellemek bazen zor oluyor, çünkü her müzik sahnesi de birbirinden farklı. Elektronik müzik sahnesi içinde bile çok fazla alt kültür, alt dal var. İzlenimim şu ki günümüz müziği daha küçük ve minimal, bir yandan da daha dışa dönük bir hâl aldı. Bunda yargılayıcılığın azalmasının büyük etkisi var. Mesela 1980’lerde insanlar dans sahnesinde daha şık giyinirdi, ortamlar daha posh olurdu. 1990’lar bu konuda normları yerle bir etti, ortalık rengârenk bir ormana dönüştü adeta. Şimdilerde yeni bir dalga var bence. İnsanlar o yargılayıcılığı geride bırakmaya çalışıyor, sadece müzikten keyif almak istiyor.
Bu albümün yapım sürecini düşündüğünde ortaya çıkarması en kolay ve en zor olan iki şarkı hangileriydi?
Çok iyi bir soru. “DOPAMINE” bence çok hızlı ortaya çıkan bir şarkı oldu. Mix aşamasında üstünde biraz oynadık, sonra ilk projeye geri döndük, sonra tekrar mix’te biraz çalıştık… Birkaç gün boyunca mix’e odaklandıktan sonra dedik ki, “Bir dakika, zaten başta doğru yoldaymışız!” İlk hâline yakın bir şekle döndük. Öyle de hikâyesi hoş bir parçaydı.
“OPEN UP THE DOOR”un ise bestesini çözmek oldukça zorlayıcıydı. İlk fikir hızlıca çıktı aslında. Sonra şarkının bir tür yolculuktan geçmesi gerektiğini fark ettik. Albümdeki yerini tam olarak belirleyemedik. Bestesinde sürekli bir şeyleri arayıp durduğumuz, “Bu ne yahu?” diye sorduğumuz bir şarkıydı. Öyle dörde dört bir altyapısı yok, o yüzden dinlemesi de biraz zorlayıcı. Bir noktada ara verip yeniden düşünmemiz gerekti. Nasıl tamamlayabileceğimizi bulmak bizim için çok ilginç bir süreçti. Daha çok bir keşif gibiydi.
Albümde iki ortak çalışma var; biri Nsanshi, diğeri KILIMANJARO ile. Uzun zamandır Weval olarak iki kişi çalışıyorsunuz. Başkalarıyla işbirliği yapmak da sizin için konfor alanınızdan dışarı dev bir adım atmak gibi mi hissettiriyor?
Evet, aşırı haklısın. Arkadaşlarla birlikte yazmak bile o hissi veriyor; başka sanatçılarla zaten çok daha fazla… Ne de olsa sıfırdan başlıyorsun ve ortaya ne çıkacağını asla kestiremiyorsun. Kendi başına bir şeyler üretiyorsan üç saat boyunca müzik yapabilirsin; ortaya harika bir şey de çıkabilir, rezalet bir şey de. Bu da gayet makul bir durumdur. Oysa başkası dahil olunca işler çok daha karmaşık hâle geliyor. Bazı arkadaşlarla ya da müziği çok seven başka insanlarla birlikte stüdyoya girdiğim oldu. O zaman şunu düşünüyorsun: “Tamam, biliyoruz, müzikal yetenekleri var. Hadi bir şeyler üretelim.” İş başka bir sanatçıyla birlikte üretmeye geldiğinde risk çok daha büyük oluyor. “Aha s.çtık, şimdi ne olacak?” hissi geliyor. Biriyle stüdyoya girince önünde 2, 3, 4 saatlik bir koşu maratonu beliriyor. Bitiş çizgisini göremiyor, o sürecin sonunda nereye varacağını kestiremiyorsun. Ama evet, bu aynı zamanda gerçekten dışarıya açılmak, konfor alanımızdan çıkmak için güzel bir araç oldu bizim tarafımızda.
Bu konuda sık sık düşünüyorum. Teoride herkesin birlikte çalışmak istediği bir sürü sanatçı vardır. Kim The Cure ile çalışmak istemez ki mesela? Oysa işin pratiğine geldiğimizde tüm mesele, o bağlantıyı kurup kuramayacağınızda ve çalışma dillerinizin örtüşüp örtüşmeyeceğinde bitiyor.
Kesinlikle. Bazen arkadaşlarla çok güzel anlar yaşıyorsun; çünkü sadece müzik sevgisinden gelen bir motivasyonla üretmeye geliyorlar. Bu da seni farklı bir seviyeye çekiyor. Başka sanatçılarla da çok güzel deneyimler yaşadık, hepsi de müzik yapmayı sevdikleri için oradaydılar, asla ukala bir havaları yoktu. Ortaya ne çıkacağını bilmesek bile kötü bir deneyimim hiç olmadı. Bu konuda çok mutluyum. Bir kere o odaya girince kalan dünyayı tümden unutabiliyorsun.
Henüz The Cure ile stüdyoya girmişliğim yok tabii. Elbette çok isterdim. Başka harika sanatçılarla da çalışmak isterim. Ama işte, o odaya bir girdiğinde hepiniz biraz s.çtınız yani. “Şimdi ne yapıyoruz?” sorusuyla baş başa kalıyorsun.
Belirteyim: Ben de bir Weval ve The Cure işbirliğini görmeyi çok isterim.
(gülüyor) Olursa kesinlikle varım.
Albümün açılış parçası “CHOROPHOBIA”, albüm notlarında da belirttiğiniz gibi bir 1970’ler korku filmi soundtrack’ini andırıyor. Korku filmleriyle aran nasıl?
Atmosferin kendisini seviyorum. B movie külliyatını seviyorum. O özgürlük hissini seviyorum. Genelde bu türler fazla yargılayıcı bir yapıda olmuyor; “Hadi korkunç bir sahne yapalım!” deyip yola koyuluyor, absürt doğalarını kucaklıyorlar. İşte bu yönlerini çok seviyorum. Zaten genel olarak sinefilim, ama korku türüne öyle çok derinlemesine dalmışlığım yok.
Yakın zamanda izlediğin ve çok sevdiğin bir film oldu mu?
Modern korku filmlerinden Get Out’u söyleyebilirim. İzledin mi?
İzledim, harika bir film.
Evet, hem aşırı gerçeküstü hem de bir o kadar gerçekçi. Bence modern korkuyu toplumsal meselelerle çok ilginç şekilde birleştiren filmlere güzel bir örnek. Ama bir itirafta bulunayım, geçen ay Midsommar’ı izlemeye kalktım. Bilir misin?
Evet, o da çok iyi bir film.
Film harika ama dürüst olayım, izleyemedim. Bana fazla geldi.
Zor bir film gerçekten.
Evet, çok zorlayıcıydı. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Bu benim için yeni bir durumdu. Şiddet açısından fazla açık sahneler vardı sanırım, dayanamadım.
Bir öneri vereyim: Get Out’un yönetmeni Jordan Peele’ın Nope diye bir filmi daha var, o da bayağı iyi.
Nope ha? Harika. Bu akşam izleyeceğim. Zaten izleme listemdeydi sanırım.
Steven Spielberg tarzı bir aksiyon-macera gibi, ama içinde korku öğeleri de var.
Vay, kulağa süper geliyor. Duymuştum o filmi. (telefonuna bakar) Aa, evet, listemdeymiş zaten! Bu akşam kesin izliyorum.
Harika. Şimdi kullandığın streaming platformuna bakıp en son hangi üç şarkıyı dinlemişsin, söyleyebilir misin?
Dur, hemen bakayım. Kilimanjaro’nun son single’ını dinledim, merak etmiştim, ne yaptığına baktım, güzeldi.
Geçenlerde 13 Going on 30 diye bir romantik komedi izliyordum, içinde Talking Heads’in “Speaking in Tongues” parçası çaldı. “Bu şarkıyı unutmuşum!” dedim ve onu tekrar dinlemeye başladım.
Üçüncü parça olarak tam bir şey söyleyemeyeceğim. Normalde Spotify’da playlist pek dinlemem ama bu sefer dinledim. Bir 1990’lar alternatif müzik playlistiydi. Rastgele açtım. İçinde Air’in “Sexy Boy”u vardı, biraz Björk falan da çaldı, bayağı iyi parçalar vardı yani.
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Weval’ın anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdin?
“Are You Even Real” adında bir parçamız var. İlk yazarken kafamızda daha çok “Kendine ya da bana karşı dürüst müsün?” sorusu vardı. Son zamanlardaki yapay zekâ gelişmeleriyle birlikte, geçtiğimiz birkaç haftadır turnede bu şarkıyı çalarken fark ettim ki artık bambaşka bir anlam kazanmış. Gelecekte bu soru çok daha fazla önem kazanacak gibi geliyor bana.
Weval’ın Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.



