Hazırlayan: Ekim Tilif
Şu kısacık yaşam içinde mevcut bir avuç dolusu gizem var. Bütün bunların anlamı ne? Ölümden sonra yaşam var mı? Mayalar nasıl bu kadar bilge bir toplum oluverdi? Nostradamus kahin miydi? Rasputin? Okültizme ne ölçüde güvenebiliriz? Ve müzik dünyası içindeki en mühim soru: Bu Residents dedikleri grup neyin nesi? Kimdir bunlar?
Sahiden müzik dünyasındaki gizemleri kıyaslayacak olursak hiçbir grup başlı başına Residents‘ın etkisini sırtlanamamıştır. Kendilerini kısaca 48 senedir aktif olan ABD’li avantgard bir sanat topluluğu olarak tanımlayabiliriz. Ha, bir de anonim yaşıyorlar. Evet, tüm grup üyeleri anonim bir şekilde müzik yapıyor. Kimlikleri bunca zamandır korunuyor. Bir rivayete göre grup üyeleri, üniversitede tanışmış sinema bölümü öğrencileriymiş. Sağlam bir dostluk kurmuş olmalılar ki onlarca deneysel kaydın ardından yollarına inatla devam ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde çıkardıkları albüm “The Ghost of Hope”ta da bu destansı yolculuk devam etmekte. Albüm kapağında grubun maskot figürü olan “Göz Adam” imajının da geri döndüğünü görüyoruz. Bu durum sanıyorum ki 2 sene önce çekilen Residents belgeseli “Theory of Obscurity”nin gösteriminin doğal bir sonucu. O filmden sonra bu maskot yeniden popülerleşti zira.
Albüm her zamanki gibi oldukça deneysel ve çoğunlukla korkutucu. Konsept olarak 19. ve 20. yüzyılda yaşanan tren kazaları gibi son derece hassas bir konu seçilmiş. Açılış şarkısı “Horrors of the Night” dinlediğimiz ilk trajedi öyküsü. Şarkının başındaki lokomotif gürültüsü patlama sesleriyle birleşiyor ve birinci kaynaktan tren kazasından kurtulan annenin ilahi hikayesini dinliyoruz. “Life is a lonely train, wrecked by god” gibi çok iç rahatlatıcı bir sözle bitiyor bu şarkı. Bu söz aynı zamanda albümün kıssası olarak da okunabilir gibi.
Sırada “The Crash at Crush” var, albüme ismini veren şarkı bu, “And The Ghost of Hope said ‘No!” diyor kederli bir ses. Bu noktada bu albüme normal bir inceleme yazamayacağım fikri de kafamda oturmaya başlıyor. Belgesel türünde müzikal bir radyo tiyatrosu sayılır önümüzde duran şey. Grubun bir süredir sürdürdüğü ve başarılı seyreden konsept albümler fikrinin en yeni mahsulü, adeta saykodelik triplere sokan 7 perdelik bir oyun. Bu oyun dakikalar geçtikçe daha da tekinsiz bir hal alıyor. “Rushing Like A Banshee”nin saldırgan bir gitarı ve tekinsiz vokalleri sonlara doğru kendini hüzünlü bir synthesizer’a teslim ediyor. “Shroud of Flames” albümün tek gerçek şarkısı olabilir; oradan sonra işler giderek muğlaklaştığından dinleyene bir jest yapmak istemiş olabilirler. 47 dakikalık bu tiyatro da sözlerde onca tren enkazlarını arkasında bırakıp giderken toplamda yine harika bir eser bırakıyor bizlere.
Kendi ‘belirsizlik teorimi’ açıklayacak olursam, iddia ediyorum, Residents bir miras projesidir. Yeri gelince kimi üyeler mevkilerini evlatlarına eşe dosta devretmiştir ve devredecektir, bu sayede bu proje hep yaşayacaktır. Ya da belki bu benim kendi umut hayaletimdir. Kararında bir umut göz çıkarmaz sonuçta.