Görüşleri sebebiyle katledilişinin ardından 67 yıl geçen, kısacık hayatında mükemmel eserler veren Sabahattin Ali’nin şiirlerinden bestelenen şarkılara yer veriyoruz.
Feyza Nur Arguç
Söze ilkin, Değirmen adlı öyküsünden alıntı yaparak başlayalım; “Siz sevemezsiniz adaşım, siz, şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler. Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz.”
Dünya denilenin çilesi altında yaşanılan birçok acının yansıması illa ki sanatta vuku bulacaktı. Yazdığı bir şiir sebebiyle Sinop cezaevine gönderilen Sabahattin Ali orada Sandıkçı Şükrü denilen, Rizeli bir Robin Hood ile karşılaşıyor. Zülfü Livaneli ve Edip Akbayram tarafından bestelenen ve hemen herkesin bildiği “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” şiiri işte bu adam için, zenginden alıp fakire veren, fakirin hakkını gözeten bir eşkıya için yazılmış. Sanılanın aksine buradaki “Eşkıya” kelimesi, cümle içerisindeki öznemiz değildir; asıl özne “Eşkıya dünya”dır. Yani, eşkıya dünyada hükümdar barınmaz!
Refik Halit, Mustafa Suphi gibi birçok insanla tanıştığı Sinop cezaevinde kaldığı süre içerisinde, yine o meşhur dizeleri yazıyor Sabahattin Ali; “Geçmiyor Günler”. Ahmet Kaya tarafından bestelenmiş, Ahmet Kaya’nın yanında birçok kişi tarafından da ayrı ayrı söylenmiş şiir, Ali’nin hapis yattığı süre içerisinde yazılmış Hapishane Şarkısı isimli beş şiirden oluşan eserin üçüncüsüdür. Dışarıda mevsim baharmış/Gezip dolaşanlar varmış/Günler su gibi akarmış/Geçmiyor günler geçmiyor. Bu dizelerin, Ali’nin kaldığı koğuşun fotoğraflarına bakınca daha da anlamlı olması işten bile değil.
Hapishane Şarkısı eserinin en sonuncusu olan ve inancın, umudun, gücün, inadın ve dahası bütün sitemlerin topyekün sıkıştırılmış halde üzerimize üzerimize geldiği o meşhur şiirle devam ediyoruz; “Aldırma Gönül”. Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül aldırma/Dertlerin kalkınca şaha/Bir küfür yolla Allah’a/Görecek günler var daha.” İlk olarak Kerem Güney tarafından bestelenen şiir, birçok isim tarafından söylenmiş. Edip Akbayram tarafından dile getirilen kısmında bildiğimiz üzere “Bir sitem yolla Allah’a” şeklinde söylenmiş olsa da, aslı “küfür yolla”dır. Karadeniz’in hemen kıyısında bulunan Sinop cezaevinin yüksek duvarları sebebiyle görünmeyen deniz sesinin hüznü ile yeniden okumalı bu dizeleri; “Dışarda deli dalgalar/Gelir duvarları yalar/Seni bu sesler oyalar…”
Kara Yazı, cezaevi yıllarından önce Sabahattin Ali’nin Konya’da öğretmenlik yaptığı sıralarda Nahit Hanım için yazdığı bir aşk şiiri. Nahit Hanım, diğer bir deyişle Nahit Fırat, ile 1920’lerin sonunda Yozgat’a öğretmen olarak tayini çıkmadan önce İstanbul’da tanışırlar. Can Yücel, Orhan Veli, Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek, Ece Ayhan gibi birçok şairi kendisine aşık eden Nahit Hanım’a Sabahattin Ali de sırılsıklam aşık olur. Ancak aşkı karşılıksızdır, Nahit Hanım onu bir arkadaş gibi sever. Bunun üzerine birçok aşk şiiri yazan Sabahattin Ali’nin Kara Yazı şiiri Ahmet Kaya tarafından bestelenir. “Yalnız ona yar demiştik/Onda bir şey var demiştik/O bizi anlar demiştik/Böyleymiş kara yazımız…”
Yine Nahit Hanım için yazılan, Mehmet Teoman tarafından bestelenen ve “Ben Gene Sana Vurgunum” ismiyle Nükhet Duru’nun seslendirdiği “Eskisi Gibi” şiiri, her şeye rağmen aşka bağlılığın, ne olursa olsun, karşılık alınmamış olunsa bile yine yeniden ona olan vurgunluğun dile getirildiği müthiş bir şiir. Naylon zamanların naylon aşklarına inat yazılmış bir garip gönül erozyonu sebebi. “Gönlüm seninkine yârdı/Aynı şeyleri duyardı/Ayaklarımız uyardı/Ben gene sana vurgunum.”
1948 yıllarında üzerindeki yoğun baskı ve komünist avı nedeniyle yurt dışına çıkmaya çalışan Sabahattin Ali, yasal yollarla bunu başaramayınca garimeşru yollarla Bulgaristan’a geçmeye karar verir. Ona kılavuzluk edecek olan Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından “milli hislerini tahrik” gerekçesiyle sopayla başından vurularak öldürüldü. Ancak Ertekin’in yalnızca tetikçi olduğu, asıl katilin veya azmettirenlerin kimler oldukları hala muamma. Seneler önce yazdığı “Dağlar” şiirinin dizeleri de, cesedi bulunamayan, mezarı dahi olmayan Sabahattin’in, öldürüldüğü iddia edilen yere kızı Filiz Ali tarafından dikilen temsili mezar taşının üzerine yazıldı. Ali Kocatepe tarafından bestelenip, Sezen Aksu tarafından da dile getirilen şiir, sıkışmışlığı, isyanı, yalnızlığı öyle de güzel anlatır. “Başım dağ saçlarım kardır/Deli rüzgarlarım vardır/Ovalar bana çok dardır/Benim meskenim dağlardır”.
Sinop cezaevinden önce, 1932’de Konya cezaevinde yatan Sabahattin Ali, o yıllarda Ayşe Sıtkı’ya aşık olur. Ona yazdığı yetmişe yakın mektup “İki Gözüm Ayşe” adıyla kitap haline getirilmiştir. Ancak Ayşe Sıtkı da bu aşka karşılık vermez. Nükhet Duru’nun sesiyle ve yine Ali Kocatepe bestesiyle dile getirilen o güzel şiiri, Ayşe Sıtkı’ya gönderir; “Melankoli”. Ali Kocatepe tarafından son dize besteye dahil edilmez. Ne bir dost, ne bir sevgili/Dünyadan uzak bir deli/Beni sarar melankoli/Kafamın içersi ölür.
“Çocuklar Gibi” şiiri, Sabahattin Ali’nin en güzel şiirlerinden biri belki de. Yine Ali Kocatepe tarafından bestesi yapılmış ve Sezen Aksu ile dile getirilmiş. Şiirin ne zaman ve kim için yazıldığı çok net olmasa da, Sinop cezaevinde Ayşe Sıtkı için yazdığı düşünülmekte. Sevginin en masum, en mahzun ve en huzurlu halinin bu dizelerde olduğunu haddimize düşmeyerek vurgulayabiliriz. Başını göğsüme sakla sevgilim/Güzel saçlarında dolaşsın elim/Bir gün ağlayalım bir gün gülelim/Sevişen yaramaz çocuklar gibi…
“Leylim Ley” şarkısını ilkin besteleyen bildiğimiz üzere Zülfü Livaneli. Daha sonralarda başka sanatçılar tarafından da seslendirilen türkü, Sabahattin Ali’nin 1937’de askerdeyken yazdığı “Ses” öyküsünde geçer. Öykü kahramanı olan, yol inşaatında çalışan bir amele çocuk tarafından söylenen türkü, bilindiği gibi sosyalist camianın vazgeçilmez türküsü. Son dörtlükte geçen “yedi yıldır” söz öbeğinin aslı öyküde “sekiz yıldır” olarak geçer. “Sekiz yıldır uğramadım yurduma leylim ley/Dert ortağı aramadım derdime leylim ley/Geleceksen bir gün düşüp ardıma leylim ley/Kula değil yüreğine sor beni leylim ley…”
Yeniden hapishane yıllarına dönüyoruz. Hapishane Şarkısı beşlemesinin ilk şiiri olan “Göklerde Kartal Gibiydim”. Bestesi Ali Ekber Eren’e ait olup Edip Akbayram başta olmak üzere birçok sanatçı tarafından seslendirilmiştir. Beşlemenin gidişatına bakıldığında bile bu şiirin ilk olarak yazılması, bütün bir hüznün, çaresizliğin içerisine çekiyor bizleri. “Göklerde kartal gibiydim/Kanadımdan vuruldum/Mor çiçekli dal gibiydim/Bahar vaktinde kırıldım…”
Son olarak, yine Ahmet Kaya tarafından bestelenip yorumlanan “Kız Kaçıran” şiirine geliyoruz. Lirik duygularla yazılan şiirin hikayesi ve tarihiyle ilgili net bir bilgi yok ancak bir kız kaçırma hadisesinin anlatıldığı aşikar. “Peşime düştü takipler/Boynumu bekliyor ipler/Zeybekler seni ayıplar/Yürü yağız atım, yürü.”
Sözlerimize yine kendisinden bir alıntı yaparak son verelim;
“Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki… Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç… Sonra çıkıyorsun dışarı, bakıyorsun güneş hala tepede. Bir cigara yakıyorsun ve yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun: Napalım, kısmet değilmiş…”