“Hiçlikten yaratılan yeryüzünde Nemrud Dağı’nın tanrıları; tüm insanlara sevgi, saygı, barış, ahlak gibi erdemleri aktarmaya çalışırlar. Para, pul, güç gibi unsurlar Fırat Nehri’nin akıp giden suları kadar gelip geçici ve anlamsızdır. İnsanlık elbette zamanla özünden uzaklaşacaktır. Savaş ve felaketlerin ardı arkası kesilmez. İnsanın hükmündeki bir dünyada bütün güzellikler son bulur. Tanrılar en nihayetinde Nemrud Dağı’ndaki tahtlarını terk eder, insanoğlu ise bir başına kalır.”
İşin kurgu kısmında hikaye böyle. Bu hikayeyi yaratan, kendi hikayelerinde giderek daha sağlam bir kült konuma ulaşan insanların hikayesi var bir de. Grubun bugüne kadarki tek sabit üyesi Mert Göçay‘ın Alman prog efsanesi Eloy‘a duyduğu sevgi olmasaydı, denilebilir ki Nemrud da olmazdı. Gerçi ‘sevgi’ kelimesi işin ciddiyetini tasvir etmekte biraz yetersiz kalabilir: “Eloi” lakaplı sıkı bir Eloy fanatiği olan Göçay, gruba dair kendi fan sitesini hazırlar. Eloy‘un beyni Frank Bornemann‘a göre bu site, grubun kendi sitesinden iyidir ve bu yüzden Göçay da grubun gizli bir üyesidir. İkisinin de bankacılıkla uğraşmış olması düşülecek ilginç bir nottur. Göçay ile Bornemann 2008’de Almanya’da tanışırlar, Borneman Göçay‘a kendi grubunu kurması için en içten dileklerini iletir ve sonraki sene grubun ilk albümü yayımlanınca gruba sponsor olmayı sürdürür. Bornemann‘ın çabalarının da katkısıyla ilk albüm “Journey of the Shaman” 30 küsur ülkede yayımlanır, Prog dergisi gibi yetkin kurumların da dikkatini çeker grup yıllar içinde. Bütün bunlar olurken Nemrud’un görece en az ilgi gördüğü ülkelerden biri Türkiye olmuştur diyebiliriz. İlk kaydın ardından gelen “Ritual” giderek kendi tarzında ustalaşan bir grubun resmidir adeta.
İlk paragrafta hikayesini okuduğunuz, grubun adını taşıyan üçüncü albüm ise şimdilik Nemrud‘un hikayesinin zirvesidir. Hiçbiri 10 dakikanın altına düşmeyen 4 şarkıda boşa harcanmış tek bir an yoktur. Bir kez daha Nemrud Dağı’na ait mitolojik hikayelere yoğunlaşan bu çalışma, sözlerde olduğu kadar müzikalitesinde de fire vermez. Kimilerince bir eksi olarak görülen Mert Göçay‘ın koyu Türk aksanlı İngilizce vokalleri bile bambaşka bir hava katar gruba. Davulda grubun en genci Mert Alkaya’nın, keyboard’da harika pasajlar üreten Mert Topel‘in kimyası ortadadır. Bas gitarda nevi şahsına münhasır emektar müzisyen Levent Candaş‘ı buluruz bu kez; grubun sound’una gösterdiği uyum ve kattığı vizyon, önceki albümlerde çalmadığı düşünülürse sorgusuz şekilde müthiştir. Bariz Eloy etkisine ek olarak Camel, Caravan gibi diğer öncü grupların verdiği ilham da mevcuttur bu albümde. Ancak bütün bunların dışında grubu tümüyle özgün yapan temel bir unsur vardır ki bu kayıtta zirveye ulaştığını görürüz, o da müziğin doyasıya pompaladığı Anadolu rock damarıdır. 4 şarkı boyunca her köşe başında beliren yerli ezgiler, dinlediğimiz şeyin buralarda üretildiğini durmadan hatırlatır bize ve keyifle sırıtırız elimizde olmadan. Türkiye’nin usta tasarımcılarından Betül Dengili Atlı‘nın harika kapak tasarımı ise grubun sunduğu imaja çok yakışmıştır.
Geçtiğimiz senenin en sessiz sedasız beliren yerli başyapıtı olan “Nemrud”a henüz bir albüm turnesi düzenlenmedi. Yerli sahnede progresif toplulukların karşılaştıkları ilgisizliği ve grup üyelerinin hayatlarını farklı şehirlerde sürmelerini göz önüne alırsak, büyük ihtimalle uzun bir zaman daha bu harika eseri kulaklıkta, evimizde dinlemeye devam edeceğiz. Nemrud hayranları olarak grubun bu tercihine karışmak haddimize olmayacaktır. Böylesine değeri bilinmemiş bir gruba sunabileceğimiz en iyi teşekkür, mirası çevremize yaymak olsa gerek. Eğer siz de duyduğunuz şeyi sevdiyseniz insanları bu güzellikten mahrum bırakmayın. Hikayeler, efsaneler böyle yaşar ne de olsa.