Her şey 1877 yılında Thomas Edison’un fonografı bulması ile başladı. Fonograf, sesleri kaydedebilme ve istenildiğinde bu sesleri tekrar edebilme amacıyla üretilmişti. Yani kısacası müziği daha çok insana ulaştırabilmek, paylaşabilmek için. Geçtiğimiz yıllar boyunca da fonograf birçok farklı şekle büründü. Pikaptan kaset çalara, cd çalardan dijital platformlara kadar müzik kendine birçok farklı beden buldu.
Gelişen teknolojiyle beraber “streaming” dediğimiz, sözlükte Türkçe karşılığı “akış” olan bir kelimeyle karşı karşıya bulduk kendimizi. Streaming kelimesi müzik endüstrisinde, dijital platformlarda müzik dinlerken içine girdiğimiz akıp giden şarkı silsilesini adlandırmak için kullanılıyor. İnternet üzerinde streaming kelimesinin “gerçek zamanlı veri akışı” anlamıyla da karşılaşmanız pek mümkün. Peki nedir bu streaming tam olarak derseniz, herhangi bir dijital müzik platformuna girdiğinizde dinlemek için tıkladığınız her şarkıda gerçekleştirdiğiniz eylem aslında. Müziğe dijital platformlardan ulaşabilme yetisine sahip olduğumuzdan beri müziği fiziksel olarak satın almak yerine sanal ekranlar üzerinden ulaşmayı tercih eder olduk. Bu sebeple fiziksel albüm satışları da oldukça azaldı. Eskiden yüzlerce, binlerce satan plakların, kasetlerin, cd’lerin yüzüne bakmaz olduk çünkü müzik artık sadece bir tıkla elimizin altında.
Bu durumun ne kadar cazip olduğu tartışılır fakat müzik endüstrisinin 1800’lü yıllardan bu yana çok büyük bir evrim geçirdiği su götürmez bir gerçek. Aşağıdaki videoda da göreceğiniz gibi müzik de tıpkı bizim gibi zamana ayak uydurmak için birçok farklı süreçten geçip şekilden şekle bürünüyor. Fonograf ile başlayan yolculuk şimdilik dijital ekranlarda son buluyor.
Bakalım yolculuğun bir sonraki durağı ne olacak, zamanla yaşayıp göreceğiz.