Profesyonel bir etiket ve pozisyon olarak sayıları hızla yükselen ve irili ufaklı olmak üzere travmatik deneyimler yaşamış olan insanların tedavisi için çalışan “Müzik Terapisti” sayısı, insanoğlunun müzik ile arasındaki derin iletişimin gücünü yine gözler önüne sürüyor.
Bu konuyla ilgili, gazetici Jason Greene’in, Pitchfork platformunda kaleme aldığı akademik makaleyi sizlerle paylaşmak için orijinal dili olan İngilizceden Türkçeye çevirip tekrar düzenledik. İyi okumalar.
Yoğun bakım ünitesinde hayat mücadelesi veren yeni doğmuş bir bebek olduğunuzu hayal edin. Belki erken doğdunuz, ya da doğum esnasında yeterli oksijeni tüketemediniz. Küçük kolunuza bir iğne bağlanmış, damarınıza hayati önem taşıyan ilaçları enjekte ediyor. O iğneyi çıkartmayasınız diye yatağınıza sıkıca bağlanmışsınız. Düzenli nefes alabilmeniz için minik burnunuzun içerisine plastik bir tüp yerleştirilmiş. Tek başınızasınız, aradan geçen zamanda bu travmatik algıyı stabilize etmeye başlıyor ve sakinleşiyorsunuz derken, doktorlar içeri giriveriyor.
“Sıcak yatakta tam kendinizi güvende hissetmeye başlamışken, aniden içeri giren birileri, üzerinizdekileri çıkartıyor, pencereleri açıyor ve soğuk havanın odaya girmesine müsaade ediyor. Perdelin açılmasıyla birlikte ne olduğuna dair bir fikrinizin bulunmadığı parlak bir ışık gözlerinize hücum ediyor. Olaylara tepki verecek bir gücünüz de bulunmuyor,” diye belirtiyor, New York’taki Mount Sinai hastanesinde, The Louis Armstrong Center for Music and Medicine bölümünün yetkilisi ve müzik terapisti Christine Vaskas Churba. Doktor Churba’nın asli görevi Neonatal Intensive Care Unit – NICU (Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi) bünyesinde. Az önce yaşadıkları durumları hayal ettiğimiz bebekler de doktor Churba’nın hastaları. Sese ve dokunmaya oldukça duyarlı ve psikolojik sistemleri henüz gelişmekte olan minik insanlar. Korktukları, etrafında olup biteni anlamlandıramayan yapayalnız bebekleri, nasıl olur da çevresine uyum sağlamasını hızlandırabilir, potansiyel travmatik etkileri azaltabilirsiniz?
Vaskas Churba bu süreci, hastalarına müzik dinleterek hızlandırıyor. Hoparlörlerden yükselen bir kayıttan bahsetmek mümkün değil elbette. Tedavi yöntemleri biraz daha farklı işliyor. “Öncelikli amacımız bebeklerin varoluşlarından itibaren anne rahminde işittikleri sesleri tekrar dinletebilmek.” diye belirtiyor Churba. “Bu sesleri de, yani müziğimizi de her zaman canlı olarak icra ediyoruz, çünkü duruma göre melodimiz, ritmimiz veya armonimizde hızlı bir değişiklik yapmamız gerekebiliyor. Bebeğin kalp ritmi yükseldiğinde, çalgılarımızın ritmi ile eşitleyebiliyoruz veya tempomuzu düşürerek bebeğin kalp ritmini olması gerektiği düzeye çekebiliyoruz ” diye de ekliyor.
Bu ve benzeri tıbbi müdahaleleri gerçekleştirebilmek için az sayıda “özel” enstrüman kullanılıyor birimde. Bunlardan bir tanesi Gato Box adındaki vurmalı çalgı. Bu çalgı sayesinde, bebeklerin ana rahmindeyken işittikleri, annelerinin kalbinin ritmi tekrarlanabiliyor. Bir diğer çalgının adı da Remo Okyanus Diski, bu enstrüman ile, ana rahmindeki sıvıların, akıntıların sesleri tekrarlanabiliyor.
Dünyamıza yeni gelmiş savunmasız bebekler, varoluşlarının ilk aşamalarından beri işittikleri bu sesleri tekrar duyduklarında sakinleşiyorlar, daha doğal ve düzenli nefes almaya başlıyorlar ve tabiri caiz ise kendi kendilerini tedavi ediyorlar. Uykuya geçişleri çok daha huzurlu oluyor, hatta ilgili akademik alandaki mevcut çalışmalar gösteriyor ki ana rahmindeki sesleri taklit eden müzik terapisi, bebeklerin oksijen solunumunu da olumlu yönde etkiliyor. Anne karnındaki bebekler bahsi geçen tüm bu yararlardan doğal ortamlarında faydalanabiliyor. Ancak, doğumun ardından bu artık mümkün olmadığında, NICU birimi bunu müzik ve tonlamalar ile hallediyor.
Temel fonksiyonlarımızdan yalnızca birkaç tanesi olan oksijen, beslenme ve kalp ritmi gibi unsurlar hakkında çok sık düşünmeyiz. Çocukluk dönemine erişen bireyler temel fonksiyonlarını bilinçsizce bir şekilde yerine getirmeyi başarabiliyorlar. Ancak zor bir doğum veya ana rahminde sıkıntılı bir oluşum süreci geçiren yeni doğanların karşılaştığı travmatik etkiler, bahsi geçen temel fonksiyonların yerine getirilmesi hususunda gerçek anlamda tehlike yaratabiliyor.
Müzik terapisi de devreye bu noktada giriyor. Ana rahminde doğal süreci yaşayamayan bebekler için, doğum sonrasında mahrum kaldıkları doğal süreç tekrarlanarak yerine getirilmeyen temel fonksiyonların düzeltilmesi amaçlanıyor. Daha anlaşılabilir bir dil ile özetlemek gerekirse, Olumsuz bir doğum sonrası süreci geçiren bebekler, müzik sayesinde doğru nefes almayı, beslenmeyi, algılamayı ve kısaca “var olmayı” öğrenebilmekteler.
Müzik terapisinin, yenidoğan hastalardan bağımsız olarak, ilk olarak ortaya çıkışı 20. yüzyılın başlarına dayanıyor. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gazilerin maruz kaldığı travmatik etkilerin tedavisinde uygulanmaya başlıyor. Toplumun birçok müzisyeni gönüllü olarak askeri hastaneleri ziyaret ediyor, yaralı askerler için müzik yapıyor. Araştırmalar göz önüne alındığında, travmatik etkilerin, bu etkilere maruz kalan bireylerin bilinçaltında biriktiği ve bahsi geçen etkiyi yaratan olaya dair detaylara benzer olaylar yaşandığında travmatik etkinin tekrar nüksediyor oluşu da müzik terapisinin var olma sebeplerinden biri aslında. Daha net anlaşılabilmesi adına, mevcut araştırmalara göz atmak yeterli oluyor; örneğin, kendi çocuklarının ismini ve yüzünü unutmuş olan ileri seviye bir Alzheimer hastası, olumlu veya olumsuz olması fark etmeksizin hayatında önemli bir etki yaratmış olayları anımsatan detaylar içerisinden yalnızca müzikal unsurları rahatlıkla hatırlayabiliyor. Net bir örnek için şöyle belirtilebilir, aynı geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan aynı Alzheimer hastası, uzun yıllar önce trafik kazası geçirmiş ve olaydan sağ kurtulmuş olan bir birey, bu olayın travmatik etkilerini bir çarpışma sesi duyduğunda, metalin ezilmesini, lastiklerin ve frenlerin çığlıklarını duyduğunda net bir şekilde hatırlayabiliyor. Seslerin, yani ilkel müziğin, bilinçaltını bu yoğunlukta etkileyebilmesi, bu örnekte olumsuz bir örnek olarak gözüken bu etki insanoğlunun müzik terapisini olumlu yönde kullanması için yeterli bakış açısını kazanmasına kâfi geliyor.
Bu etkileşimin olumlu sonuçları birikmeye başladığında, Amerikan hükümeti, hastanelerde görev alacak müzisyenleri ücretli olarak kadrosuna ekliyor. Bu sürecin ardından, 50 yıl sonra, 1994 yılında “Müzik Terapisti” artık profesyonel bir tıp pozisyonu olarak yürürlüğe giriyor ve bu alanda hizmet verecek personelleri yetiştirmeye başlıyor.
Müzik terapisi, tıbbi olarak neredeyse tüm hasta grupları için, birçok olumsuzluğun tedavisinde kullanılıyor. Ancak yeni doğanlar için uygulanan müzik terapisi hâlâ gelişmekte olan ve her defasında daha olumlu sonuçlar elde ederek yaygınlaşan bir yöntem. Çıkış noktasını da belki de en doğal yansımalardan alıyor, annesinin kucağına yerleşen bir bebeğin sakinleşmesi örneği, yüzyılımızın verimli bir tıbbi tedavi yönteminin var olmasını ve gelişmesine sebep oluyor. Anne kucağındaki bebeğin, annesinin kalp ritmini işitmesi, yine annesinin sinir sisteminin, anatomik yapısının ürettiği sesleri, yani var oluşunun ilk saniyesinden beri duyduğu sesleri tekrar duymasıyla, kısacık geçmişinin izleri ile rahatlayabilmesi muazzam bir etki yaratıyor.
Sonuç olarak, varoluşumuzun ilk saniyesinden itibaren hayatımızın bir parçası olan müzik ile iletişiminizin hiç kaybolmaması dileğiyle, hoşça kalın.