Hazırlayan: Tuğçe Yapıcı
Sezonun dolu dizgin başladığı ve ne tarafa koşacağımızı şaşırdığımız bugünlerde kanımca son yılların yerli sahneye en kapsamlı biçimde yer veren etkinliği Mix Festival dolayısıyla 30 Eylül-1 Ekim tarihlerinde bütün hafta sonumu Zorlu PSM’de bir aşağı bir yukarı konser kovalayarak geçirdim ve kimilerini baştan sona izlemek, kimilerine ise yalnızca tadımlık uğrayabilmek suretiyle toplamda 15 konsere katılmaya muvaffak oldum, ki bu da programdaki konserlerin yaklaşık olarak yarısına tekabül ediyor. Albüm eleştirileri ile konser izlenim yazılarının son senelerde yalnızca “meraklısına” hitap ettiğini düşündüğüm için giderek konser izlenimlerimi yazmaktan uzaklaştım. Uzun zaman sonra ilk defa bir festival sonrasında notlarımı bir araya getirme isteği duyuyorum.
Tek bir biletle kendi programınızı yaparak çok sayıda konser izleme fırsatı sunan çok mekanlı festivallerin yaygınlaşması mutluluk verici bir gelişme, Zorlu PSM’nin birkaç mekanı bir araya toplayan bir kompleks olması ise bu tür bir festivalde seyircinin işini kolaylaştırıyor. Özellikle kış mevsiminde tekrarı veya benzerleri gerçekleştiği takdirde yaz aylarının açıkhava festival ortamlarını aratmayacak bir deneyim sunmaya müsait bir yapısı var Zorlu PSM’nin. Janr gözetmeden programının %90’ından fazlasında yerli sahneden isimlere yer vermeyi tercih eden böyle bir festivalin yerli sahnedeki üretime ilgi duyan dinleyici kitlesini genişletmekte bir rol oynayacağı tartışmasız. Kabul edersiniz ki son senelerde mekan azlığından ziyade seyirci azlığı sorunundan muzdaribiz ve maalesef bu sorunu çözmek mekan azlığı sorununu çözmekten çok daha meşakkatli. Ayrıca bir çırpıda çözülebilecek bir sorun olmadığı da aşikar.
Daha fazla duyduğu, uzun zamandır tanıdığı isimler için festivale katılan dinleyicilerin kendilerine çok da kolay sahne bulamayan müzisyenlerle de tanışma fırsatı bulabileceği bu tür etkinliklerin her zaman yakındığımız kemikleşmiş birtakım müzik sektörü sorunlarına çözüm bulmak için atılan kayda değer adımlar olduğunu ve yaygınlaşmalarının uzun vadede alternatif, bağımsız müzisyen ve mekanlara da katkı sağlayacağını düşünüyorum. Ayrıca cumartesi gününü erkenden AVM’ye giderek geçirme alışkanlığı olanların da bilet almadan izleme olanağı bulduğu Amfi konserlerinin seyirciyi yeni müziklerle tanıştırma konusundaki önemi yadsınamaz.
Mix Festival ile bir bakıma yeni sezonda Zorlu PSM’de ziyaret edebileceğimiz bütün mekanları da görme fırsatı bulmuş olduk. Ana Tiyatro büyüklüğü açısından benzeri olmayan bir mekan olarak önemli bir açığı kapatacaktır diye tahmin ediyorum. Studio’da müdavimleri olan bir kulüp havası yakalanacağı kesin, yine ilk defa deneyimlediğim Drama Sahnesi ise oturma düzenindeki dinletileri sevenlerin çok geçmeden keşfedeceği bir mimariye ve akustiğe sahip.
1. gün
Cuma günü Sattas heyecanıyla kendimi de şaşırtan bir performans göstererek 19.00 sularında Zorlu PSM’ye vardığımda henüz ortalıkta birkaç insan vardı. Hayatımda en çok canlı izlediğim gruplardan biri olan Sattas’ı birkaç aydır görememiştim ve geçtiğimiz yaz Montreal Caz Festivali, Sziget ve Rototom Sunsplash’te yer aldıkları için hem üç büyük festival tozu yutmuş hem de dört sene aradan sonra yeni albümünü yayınlamak üzere olan bir Sattas’ın sahne performansında neler değiştiğini merak ediyordum. Müziklerine ve reggae’ye olan aşkım bir yana olmakla beraber seneler içinde Sattas’ı her izlediğimde hep bir öncekinden daha iyi olduğu, hep performansının üzerine bir taş daha koyduğu için kendilerine saygım sonsuz. Şimdi tam da artık beklemeye sabrımın kalmadığı yeni albümün arifesinde albümde yer alacak Bir Ben Miyim’i ilk defa o akşam canlı dinleme fırsatı da bulabildim. Youtube’ta yayınlanan tek bir akustik performans kaydından abartısız yüzlerce defa dinlediğim şarkı ikinci albümde biraz daha farklı, belki yerel tınıları müziğine biraz daha yediren bir Sattas göreceğimizin sinyallerini veriyor. Albümün geri kalanı da bu tatta şarkılardan oluşuyorsa önümüzdeki aylarda Sattas’ın dinleyici kitlesini daha da genişleteceğine şüphe yok. Konsere gelirsek, yine ilk defa canlı dinlediğim The Clash’in efsanevi London Calling albümünden The Guns of Brixton cover’ı Sattas’ın kuvvetli brass ekibinin de etkisiyle setlist’ine bir hayli yakışmış. Kendimi durdurmazsam Sattas övmelere doyamayacağım için izninizle bir sonraki konsere geçiyorum.
Sattas’ın Ana Tiyatro’daki performansından sonra bir yemek molası verip -Mix Festival’de temel insani ihtiyaçlarımızı giderecek vakit bulabilmek hiç kolay olmadı- She Past Away izlemek üzere Studio’ya uğradık. Bu sene içerisinde yoğun bir programla epeyce aktif olacağını öğrendiğimiz Studio’nun ışıkları bir defa ortamı deneyimleyenlerde bağımlılık yaratacak düzeyde etkileyici. She Past Away gibi Studio’da gerçekleşen The Ringo Jets performansı da yalnızca birkaç şarkısını izlemeye fırsat bulabildiklerimdendi. Salonlar arasında koştururken The Ringo Jets’in başlangıcını kaçırdığımdan ötürü sonradan salonun kapısından girebilmek de mümkün olmadı. Herhangi bir konsere ancak kapıdan bakabileceğim kadar dolu olması her zaman için mutluluk veren bir durum. The Ringo Jets’i nasıl olsa başka bir yerde yine izlerim.
Daha önce iki defa izleme fırsatı bulduğum Che Sudaka da ülkemizin gediklilerinden. İlk defa dört sene önce izlediğimde isimlerini duymuş olan pek kimse yoktu, bu kadar sık gelip gittikçe kitlelerini mi artırdılar yoksa kendilerinin müziğine kayıtsız kalmak imkansız olduğundan mı grubu bilmese de eğlenen, tepinen, seyircilik vazifesini yerine getiren hatırı sayılır bir kalabalık toplamayı başarıyorlar emin değilim. Tek bildiğim bir şey var o da Che Sudaka çalarken hayatta pek bir şeyi dert etmenin mümkün olmadığı. Ülkece ruh halimizi düşününce daha sık gelmelerinin bizim için faydalı olacağı kanaatindeyim.
11.00 sularında Ana Tiyatro’da Büyük Ev Ablukada’yı beklerken çalan son şarkının “World A Reggae Music” olması festivalin müzik seçimlerine duyduğum saygıyı artıran bir unsur oldu. Fuaye alanında ve sahnelerde konser aralarında çalan müzik seçimlerine değinmeden geçemeyeceğim, ismiyle müsemma bir şekilde tür çeşitliliğini yansıtan, bu tür durumlar için geçerli geleneğe aykırı olarak klişeden uzak müzikler seçilmişti.
Derken konser başladı ama kendi adıma bu defa “hayrını göremedik” diyebilirim. Büyük Ev Ablukada‘nın ikinci defa izlediğim bu Fırtınayt performansını ilkine nazaran daha düşük tempolu buldum. Belki biraz daha dans etmeye programlı gittiğimden olsa gerek beklentimin altında kaldı. Yaz başında Kilyos’ta izlediğim hakikaten fırtınayt bir konserdi, bu defa maalesef aynı hazzı alamadım. Albümü artık yayınlasalar da yeni şarkıları bilerek gitsek belki Fırtınayt konserlerinden daha fazla keyif almak mümkün olabilir, lansmandan bu yana arayı gereğinden fazla açtıklarını düşünüyorum.
Gecenin benim için son performansı yine övmelere doyamadığım bir proje olan Hey Douglas‘ın Ana Tiyatro’daki 1.5 saatlik setiydi. Cuma akşamı olduğu için insanların erkenden kaçacağını ve Hey Douglas’ta salonun bana kalacağını düşünmüştüm, yanılmışım. 1.00-2.30 arası hatırı sayılır bir kalabalığı orada tutmayı başaran VeYasin ile kendisine gitar & bağlamada eşlik eden Tolga Böyük’ü dinlemeye başladıktan sonra seti ortasında bırakıp gitmek veya ihtiyaç molasına çıkmak pek mümkün olmuyor. Bence Hey Douglas’ın en büyük kozu o gecekinden daha uzun setlerde bile groove’u hiç kaybetmemesi. Sabaha kadar çalsa dinlerdim ve benim gibi hisseden başkalarının da olduğuna eminim. Tabii şunu da eklemem lazım, her fırsatta kendilerini dinlemeye gitmeme rağmen uzunca bir süredir en çok keyif aldığım Hey Douglas seti Mix Festival’deki oldu. Bu durumun da ortamın ve dinleyicinin güzelliği, mekanın akustiği, ses sistemi ve alanın genişliği gibi pek çok etkeni var.
2. gün
İlk günü Hey Douglas ile noktaladıktan sonra ikinci gün yorgun uyanmış olmama rağmen yine erkenden mekana varabilmek için geçerli bir motivasyon kaynağım vardı. 17.45’te Amfi’de sahne alan psychedelic/stoner rock grubu Uluru geçen seneden beri yakın takibe aldığım isimlerden. Konser izlemek için fazla erken bir saat olsa da Uluru’yu kaçırmak istemedim. Yine de kendilerini Studio’ya daha fazla yakıştırırdım; Uluru biraz karanlık, biraz duman, biraz da ışık oyunuyla daha iyi giderdi diye düşünüyorum. Kendilerini henüz dinlemediyseniz yayınladıkları iki EP’yi vakit kaybetmeden dinlemenizi öneririm.
Uluru’dan sonra Studio’da iki şarkılığına Kolektif İstanbul ile düğün havası yaşayıp birkaç aydır methiyeler düzdüğüm (bknz. “Eypio ve Kitleleri Peşinden Sürükleme Gücü“) Eypio & Burak King‘i izlemek üzere Ana Tiyatro’ya girdim. Tahmin edebileceğiniz üzere Eypio da yine erken saatte önemli bir kalabalık çekmeyi başardı. Diğer konserlerinde de olduğu gibi Burak King’in yanı sıra 9 Canlı ve Kezzo da sahnede Eypio’ya eşlik ediyordu. Yakın zamanda başka bir mekanda izlediğim performansının aksine iyi bir ses sistemiyle, büyük bir sahnede Eypio’yu izlemek benim için çok daha tatminkar bir deneyimdi. Eypio’nun seyirci ile kurduğu yapmacıklıktan uzak, gerçek anlamda samimi iletişimin bu kadar başarılı bir örneğine çok sık rastlamak mümkün değil. İnandığı şeylerin peşinden giden ve bu yolda bildiğini okuyan bir adam izlenimi bırakan Eypio bir an önce kendisini büyütmekten ziyade arkadaşlarıyla birlikte büyümenin peşinde. Sırf bu yüzden bile rap sahnesine farklı bir anlayış kazandırabilme yolunda bir adım attığını; ayrıca hiç boş laf etmediğini, sesine sözüne mümkün mertebe kulak verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Günah Benim’e takılıp kalmayın, albümde boş yok. Oradan eski çalışmaları vs. derken bir de bakmışsınız hepsini ezberlemişsiniz. Konserdeki tatlı serzenişlerinden anladığım kadarıyla Eypio da şarkılarını seyirciyle beraber söylemek istiyor, yalnızca Günah Benim’de yükselen sesler ona yetmiyor.
Eypio’dan çıkıp adeta yaşama sevinci aşılayan bir diğer Mode XL konseri için Studio’ya geçtim. Henüz başlamadığı için en öne konuşlanıp reggae ritmlerinden bağlama tınılarına uzanan çift davullu bu performansı beklemeye koyuldum. Fazla iddialı olacak ama ülkede en iyi sahne performansı sergileyen rap grubunun Mode XL olduğunu düşünüyorum. Her konsere iştirak eden ve sözleri ezbere okuyan, parçalara coşkuyla eşlik eden kitlesi Mix Festival’de de Mode XL’i yalnız bırakmamıştı. Bütün bu faktörler bir araya toplanınca Mode XL konserlerinin bende bıraktığı his “anlatılmaz, yaşanır” oldukları. Mode XL’i hala bilmeyenlere sadece “bir sonraki konsere mutlaka git” diyorum, anlatamadığımı fark ettiğimden beri anlatmaya çalışmaktan vazgeçtim. Kısacası gidin, görün.
Mode XL biter bitmez yanılmıyorsam Ana Tiyatro’da en büyük kalabalığı yakaladığını gözlemlediğim Ceza‘yı izlemeye gittim. Yakın zamanda izlediğim için Mix Festival’de önceliklerim arasında değildi fakat sahnede KES ile beraber çalışmaya başladığından beri Ceza’nın performansları benim için çok daha ilgi çekici hale geldi. Geçtiğimiz günlerde Peyote’de plak lansmanlarını gerçekleştiren ve bugünlerde konserlere başlamış olan KES’i Ceza ile olan çalışmaları dışında henüz canlı izleme fırsatı bulamamış olsam da ilk fırsatta izleyeceğim, zira görenler bir hayli methediyor.
Yakın zamanda dikkatimi çeken, dinlemeye başladığımda ise halihazırda birkaç şarkısını biliyor olduğumu fark ettiğim Kamufle‘yi dinlemek için Ceza’yı bırakıp yeniden Amfi’ye çıktım. Canlı performanslarında kendisine Moral Band’in eşlik ettiğini bildiğim Kamufle bu defa DJ Hırs ile birlikte sahnedeydi. Fırat’ın kuvvetli, ayırt edici ses tonu ve vurguları dinleyenleri hızla performansın içine alıyor, akşam saatleri de olduğu için amfi bir hayli kalabalıktı. Kendisini yakın zamanda band ile beraber de izlemek istiyorum, yarattığı etkiyi katlayacağından eminim.
Art arda bu kadar rap performansı izleyince maraton koşmuş kadar olduğumdan Kamufle bittikten sonra da amfiden bir süre kalkamadım. Akşam için biraz daha enerjiye ihtiyacım olduğunu fark edince bir mola vermek zorunda olduğumu hissettim, yoksa festival kapsamındaki diğer etkinliklere, atölyelere ve stantlara da göz gezdirmek hiç fena olmazdı. Mümkün olduğunca fazla konser izlemek üzere program yapınca benim öyle bir fırsatım olmadı ama Mix Festival’de herkese göre bir şeyler vardı. Koku, heykel, çay, dans üzerine atölyeler, plak pazarı, sergi, enstalasyon… Sanırım katılımcılar arasında en popüler etkinlik MAC standında festival makyajı yaptırmaktı, yeşil rujlar ile simli göz farları ise en çok tercih edilen tasarımlardı.
Ana Tiyatro’daki Oi Va Voi konserinde senelerdir muazzam vokallerini bildiğimiz Bridgette Amofah’ı görememek, Ladino Song’u onun çok altında kalan bir vokalden dinlemek ve grubun alışmadığımız vasatlıktaki performansı üzdü. Baba Zula da başlamak üzere olunca Oi Va Voi’i birkaç şarkı sonra terk edip Studio’ya geçtik. Baba Zula’nın ayin tadındaki performansıyla tamamen dolan Studio’da Mix Festival’in en yüksek anları yaşanmış olabilir. Baba Zula konserleri hep böyle geçer ama bu defa kendi adıma zamandan ve mekandan kopartan bir performans olduğunu belirtmeliyim. Seyirciyi kendinden geçiren Baba Zula’nın psychedelic müziğine stüdyonun ışıkları da eklenince dans etmeyen kimse yoktu sanırım. Baba Zula da sahneden inip aramıza karıştı, yere oturmamızı işaret etti. Tabii ki dediklerini yaptık, çünkü her şeyiyle bu bir ayindi ve kendilerine “İtaat Etme”kten başka seçeneğimiz yoktu.
Geceyi iki gün boyunca hiç uğrama fırsatı bulamadığım Drama Sahnesi’nde Ahmet Aslan izlemeye giderek noktaladım. Performansın başlamasının üzerinden bir süre geçtiği için sessizce salonun arkasında bulduğum bir koltuğa yerleştim ve seyircinin huşu içinde dinlediğini gördüm. Bazı performanslarda gerçekten kimse konuşamıyor, sahnede icra edilen müzik ses çıkartmanıza katiyen imkan vermiyor. Seyircinin huşu içinde dinlediği konser bittiğinde tadı damağımda kalmıştı, salondan çıkarken bir Ahmet Aslan konserini baştan sona izlemeyi yakın dönem planlarım arasına almıştım. Gece yarısından sonra sondan birkaç parçasını yakaladığım bu konser kendisinin canlı performansıyla ilk tanışmam oldu fakat eminim ki çok geçmeden arkası gelecek.