Haela Hunt-Hendrix, avangart müziğe ve teolojik felsefeye katkılar sunmuş önemli bir çağdaş figür. Adını icra ettiği müzik türünden alan manifestosu Transcendental Black Metal ve grubu Liturgy başta olmak üzere içinde yer aldığı müzik projeleri bugün yeraltı kültüründe çokça konuşulmaya, tüketilmeye devam ediyor. 23 Ağustos’ta Roxy’de gerçekleşecek Liturgy İstanbul konseri öncesi Hunt-Hendrix ile Zoom’da entelektüel bir sohbete oturduk.
Bu sohbete ağır sayılabilecek bir soruyla başlamak istiyorum: 2023’ten bir röportajında “Önümüzdeki 5 ya da 10 yıl içinde dünya çok değişecek,” demişsin. Şahsen bir değişimin çoktan eşi görülmemiş bir hızda gerçekleştiğine inanıyorum. Kronik çevrimiçi hâlimizin tetiklediği bir pandemi dönemi beyin çürümesi, birçok insanın liberal ya da sol çizgiden alt-right’a kaymasına kısmen sebep oldu. Geçenlerde bir tartışma videosu izledim; adamın teki hiç çekinmeden “Ben bir faşistim!” diyordu. Daha bir sene önce bile bir faşistin böylesi gurur ve açıklıkla dünyaya görüşünü sergilediğini göremezdin.
Haela Hunt-Hendrix: Evet, o videoyu biliyorum. Jubilee’nin paylaştığı, değil mi?
Evet. Günümüzde karşı karşıya olduğumuz küresel geç kapitalist, kadın düşmanı, sömürücü, kuir ve trans karşıtı, göçmen karşıtı, insan olmanın en asgari gereklerine bile karşı, soykırım yanlısı, teknoloji oligarşisi zihniyet trendi, o röportajda ön gördüğün türde bir şey miydi?
Evet, bayağı ağır bir açılış sorusu bu. (gülüşmeler) Aslında kastettiğim bundan daha genel bir şeydi. Dünya beş yıl içinde kesinlikle farklı bir dünya olacaktı, bu çok açıktı. Tabii ki bunun arkasında politik nedenler var. Teknoloji de bunun büyük bir parçası. Tam olarak nelerin olacağını bilmiyorum. Belki medeniyet çökecek, belki her şey harika olacak, belki de bir teknolojik bolluk çağına adım atacağız. Bir tahmin yetim olduğunu sanmıyorum; sadece şunu söyleyebilirim: Bildiğimiz dünya başka bir şeye dönüşecek, ki zaten halihazırda eskisi gibi değil. Herkes sadece başını kaşıyıp “Ne oluyor ya?” diyebiliyor. Beyin çürümesi de var tabii, ne demek istediğini anlıyorum. İçeriklere bağımlıyız hepimiz. Bir de düşünsene mesela, şu an bir insan niye okula gitsin ki? Mevcut yapılanmaları gördükçe “Ne anlamı var?” diye soruyorsun kendine. Soruna böyle çok genel bir yanıt verebilirim. (gülüyor)
Evet, seninle aynı fikirdeyim; gelecekte neler olacağını tam olarak kestiremeyiz. Öte yandan da yıllar önce kaleme aldığın Transcendental Black Metal manifestonda “ABD güçten düşmekte olan bir imparatorluktur” diyorsun. Bu da aslında senin -ve birçok başka eleştirel düşünürün- içinde yaşadığımız sistemler hakkında ne hissettiğine dair bir bağlam sunuyor, değil mi?
Doğru. Mesela savaştan bile bahsetmedim ama yakın gelecekte çok büyük, daha önce hiç görmediğimiz bir boyutta bir savaş çıkabilir gayet. Bunun olma ihtimali, olmama ihtimali kadar yüksek görünüyor. Yani hiçbir şey kesin değil. Sen ne düşünüyorsun? Neler olacak sence?
Yakın gelecekte iyi şeylerden çok kötü şeyler göreceğimizi düşünüyorum. Genel olarak insanlığın öğrenme ve gelişme potansiyeli konusunda iyimserim, her ne kadar tezin ve antitezin döngüler hâlinde ilerlediğini kabul etsem de.
Evet, olabilir. Bir yandan da gerçekte neler olup bittiğini bilmek bile çok zor. Çünkü yaşananların bilgisi tam anlamıyla dışarı sızmıyor. Doğal gibi görünen ama aslında stratejik planlanmış birçok psikolojik harp var. Delice bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın şu anda gerçekten böyle olması akıl almaz bir durum.
Bu dönem birçok açıdan eşsiz, mesela potansiyel bir dünya savaşı korkusunu daha önce hiç sosyal medya çağında yaşamamıştık.
Kesinlikle.
Politika dışında felsefe, din ve spiritüellik gibi birçok konuya meraklısın. Peki ya astrolojiyle aran nasıl? O alana bir ilgin var mı?
Evet, astrolojiyi seviyorum. Açıkçası bundan 4-5 yıl öncesine kadar öyle pek ilgilenmiyordum, sonra daha ciddi şekilde ilgilenmeye başladım. Hatta direkt pandemi döneminde oldu bu. Gökyüzünde yıldızların nerede olduğunu takip ediyorum. Mesela geçtiğimiz pazartesi günü bize çok iyi geleceği söylenen bir Venüs-Jüpiter kavuşumu vardı.
Astrolojiyle öyle şekillerde ilişki kurabiliyorsun ki sana iyi şekilde ilham verecek ya da seni yönlendirecek bir şey hâline gelebiliyor. Tabii farklı astroloji sistemleri de var. Ben Hellenistik astrolojiyle çok ilgilenmeye başlamıştım, sonra Vedik astrolojiyi keşfettim. Bu da biraz delirtici bir mesele çünkü birbirine çok benzer, ama bir yandan da çok farklılar. Aslında “farklı” dememeliyim, daha ziyade aralarında küçük bir kayma var. Biri tropikal Zodyak, diğeri sideral Zodyak. Aynı 12 burç var ama farklı hızlarda dönüyorlar. Ben kesinlikle “Doğru tek bir astroloji vardır” diye düşünmüyorum, çünkü iki sistem de birbirine çok benzer ve küçük farklarla ayrılıyor. Bunun böyle olması gerektiğini de sanmıyorum. Bence olay bundan çok daha geniş. Her şeyin ötesinde astrolojinin gerçekten sağlıklı bir tarafı var. Doğayla temas hâlinde olmak gibi bir şey neredeyse, Ay’ın şu an hangi evrede olduğunu bilmek insana iyi geliyor.
Evet. Ayrıca kökeninin Babil dönemine kadar uzandığını hatırlamak da önemli. Bence derin bir birikime sahip öğretiler ve düşünce okulları, sana doğrudan öğretici ya da ilham verici gelse de gelmese de en azından insanlık ve evren hakkında daha fazla bilgi ve perspektif kazandırıyor.
Evet, buna tamamen katılıyorum. Antik kültürleri çok seviyorum. Zihnimi mümkün olduğunca antik zamanlarda tutmaya çalışıyorum. Kısmen de iki bin yıl önceki dünyanın gerçekten var olduğunu ve o dönemin olaylarının gerçekten geliştiğini hatırlamak için… İnsanlar tıpkı bizdeki gibi hassas, zekice ama aynı zamanda kusurlu konuşmalar yapıyordu. Kurumlar vardı, ticaret vardı… Tıpkı şu anki dünyamız gibi. Aslında içinde yaşadığımız dünya, mümkün dünyalardan sadece biri. Bu farkındalık sana tarihsel bir bilinç veriyor.
Ruhani bir insan olduğunu biliyorum. En sevdiğin spiritüel figürler kimler? Açık konuşmak gerekirse benim için David Lynch çok ilham verici bir spiritüel figür ve bu soruyu biraz da onu bir kez daha anmak için soruyorum. (gülüşmeler)
Hristiyan teolojisini, İslami mistisizmi ve teolojisini, Budist pratiklerini çok seviyorum. Bence bu alanlarla kıta felsefesi arasında da büyük bir örtüşme var. İnsanlar bunun doğru olmadığını düşünebiliyor, ama bence öyle. Mesela Hegel ve Schelling aslında birer teolog.
David Lynch kesinlikle bambaşka bir vaka. Herkes kendisini seviyor ama benim için çok özel biri. (gülüyor) Mistisizmi tüketim kültürüne taşımak ya da Tanrı gerçeğini kapitalist dikkat ekonomisi kültürüne yatırmaya çalışmak… Liturgy’nin de yapmak istediği şey tam olarak bu. Hatta sadece yapmak istediğim değil, içgüdüsel olarak hep yağmaya yöneldiğim şey bu. Şahsen David Lynch’i bu pratiğin kurucu azizi gibi görüyorum. Twin Peaks’i izlediğinde belli türde bir dizi izleyeceğini sanıyorsun, başka bir şey çıkıyor; ya da Lost Highway’i düşün; evet, havalı bir film, havalı bir soundtrack, ama aynı zamanda inanılmaz derin bir anlatı. İçinde Tanrı’yı görüyorsun adeta. Böyle şeylere yatkınsan filmi izlemek çok dönüştürücü bir deneyim olabiliyor. David Lynch bende işte bu deneyimi tetikledi. Filmlerindeki bazı anları düşündüğümde hâlâ “Vay be!” diyorum.
Evet, ayrıca kendisi gerçekten spiritüel bir insandı. Transandantal Meditasyon pratiğini uyguluyordı.
Kesinlikle. Bence bütün işlerinin temelinde Budist metafiziği var. Tulpalardan, Aleister Crowley’den bahsediyor. Yani Budizm ile Thelema’nın bir karışımı gibi…
Manifestonda tanımladığın penultimacy kavramının, Leonardo Da Vinci’ye atfedilen şu sözle paralellikler taşıdığımız düşünüyorum: “Tamamlanmış sanat yoktur, terk edilmiş sanat vardır.” Yani başta bir fikir olur, onu somutlaştırmak üzerine çalışırız; ama neticede belli bir noktada, sondan bir önceki hâlinde bırakırız. Katılıyor musun buna?
Evet, bence de öyle. Yaratıcı pratik benim için hep şöyle işliyor: Sanki kafamda kusursuz bir Liturgy albümünün parlayan bir imgesi var. Ona doğru yöneliyorum, onu hayata geçirmeye ya da somut bir şeye dönüştürmeye çalışıyorum, ama bu girişim hep başarısız oluyor. Eskiden albümlerim bittiğinde çok üzülürdüm; kötü sonuçlandıklarını, başarısız olduklarını düşünürdüm. Bu büyük bir problemdi. Çıkış takvimlerini değiştirirdim, miksleri düzenlemeye çalışırdım çünkü albümün “olması gereken şey” olamadığını hissederdim. Bir süre sonra ortada aslında iki ayrı şey olduğunu fark ediyorsun. İlahi alan ve dünyevi alan gibi… O Bir’i tam olarak aktaramazsın, yakalayamazsın. Ona göre düşünebilirsin, ama Bir hep orada kalır. Sen sadece daha yüksek bir şeye işaret eden somut eserleri kristalize edebilirsin. Bu eserler aslında hep bir tür başarısızlıktır ve evet, belki de yeni bir ilham geldiğinde onları ‘terk edersin’.
Bu cevabı bir arkadaşımın bana önerdiği bir soruya bağlamak istiyorum. Walt Whitman’ın “Song of Myself” şiirinde geçen şu dizelere muhtemelen aşinasındır: “I contain multitudes (Çokluklar içeririm).”
Evet!
Sence bu beyan, senin yaptığın sanat ve felsefeyle örtüşüyor mu?
Kesinlikle. Şunu unutma ki ben öncelikle bir Amerikalıyım. (gülüşmeler) Emerson, Whitman, Melville, Hudson River Valley ekolü gibi aşkın geleneklerle ve yaratıcılığı taşkın, çelişkili projeler olarak görmek fikriyle derin bir bağ kurdum. Whitman’ın “çokluk” derken kastettiği şey ya da Emerson’ın “Aptalca bir istikrar minik zihinlerin öcüsüdür,” sözünde ima ettiği şey, aslında farklılıkların kakofonisi oluyor. Benim farklı müzikal tarzları birbirine beklenmedik şekillerde katıştırma arzum da bununla çok örtüşüyor. Mesela Charles Ives diye bir besteci var; senfonilerini sanki iki ayrı bando takımı aynı anda yürüyüp birbirine karışıyormuş gibi bestelerdi. O türden bir kakafoniyi uyumlu bir uyumsuzluk olarak işitmek benim çok sevdiğim bir şey.
Yaratım sürecini materyal bir yerden değerlendirdiğinde özellikle aklında kalan, yapması çok kolay ve çok zor olmuş birer şarkı var sayman mümkün mü?
Hepsi zor yaptığım şarkılar. (gülüşmeler)
Bu cevabı vereceğini tahmin etmiştim. Bence bu yanıtın da penultimacy fikrinle ve burst beat yaklaşımınla çok örtüşüyor.
Evet, mümkün olduğunca en iyi şeyi ortaya koymaya çalışmayı, parçaların üstünde tekrar tekrar çalışmayı çok önemsiyorum. Sürekli revize ederim, sürekli düzenlerim. Bir günde şarkı yazabilen insanlar tanıyorum, hatta en sevdiğim müziklerden bazıları öyle yapılmış. Ama ben her parça üzerinde en az bir yıl çalışırım. Şarkılar birbirini besler, bir parçadan bir bölümü alır başka bir parçaya koyarım, onların birbirini gübrelemesini sağlarım. Anlayacağın işin içinde çok fazla tekrar ve revizyon var.
Bu süreçte bilinçaltın nasıl devreye giriyor? Rüyalarında sana ilham veren güçlü sembolizmler yakalıyor musun?
Evet. (gülüşmeler) Rüyalarımı yorumlamayı çok seviyorum, ya da gerçek yaşamdan dikkat çekici tesadüfleri yorumlamayı… Hep yapıyorum bunu. Geçenlerde New York’taki Metropolitan Museum of Art’ın önünden geçiyordum ve içeri girmem gerektiğini hissettim. Neden bilmiyorum. Girdim, içeride özel bir sergi vardı, sergiyi pek sevmedim ama… Şu an grupla üzerinde çalıştığım yeni bir albüm var, eski bir albümün yeniden yapımı. İsmini söylemeyeceğim, ama işte o sergide tam da o albümü çalıyorlardı. Üstelik o albüm aslında pek bilinmez. Kendi başına müthiş bir iş değil, ama o deneyimi yaşamak bana inanılmaz geldi. Hayatı hep bir tür kehanet gibi yaşamayı seviyorum: Rüyalar, tesadüfler, aniden gelen ilhamlar… Ne olursa olsun.
Tesadüfler konusunda şunu söyleyebilirim: Hayatta gözlemlediğin rastgele şeyler, bazen insana rüyalardan bile daha gerçeküstü gelebiliyor.
Kesinlikle. Çünkü gerçekten yaşanıyorlar. “Neyse, sadece bir rüyaymış,” deyip geçemiyorsun. Net bir anlamları olmak zorunda değil, ama eğer hayatında böyle gözlemler yapmıyorsan, sıradan anlam fazla baskın hâle geliyor. Sanki şeyler olduğu gibi, dümdüz anlamlara sahipmiş gibi görünüyor, ama aslında hiç de öyle değil. Delice bir tesadüf yaşanıyor ve “Bir dakika!” diyorsun. Gerçeklik aslında sadece çılgınca tesadüflerden oluşuyor. Bu farkındalıkla birlikte şeyler gözünde gerçekten değişebiliyor. İnsan başka anlamlara bakarken seçimlerini yapma konusunda kendini daha özgür hissediyor bence.
Hiç rüya günlüğü tuttun mu?
Evet, tuttum. Şu anda tutmuyorum, keşke daha sık yapsam. Bütün rüyalarımı kayda geçirmeyi çok isterdim. Bazen not düştüğüm eski bir rüyama dönüp bakıyorum ve o anda çok anlamlı geliyor; sanki şu an yaşadıklarımla birebir alakalıymış gibi… Rüyalarımdaki önemli şeyleri çok sık unuttuğumu hissediyorum. Düzenli kaydetmek için biraz fazla dağınık biriyim. Sen rüya günlüğü tutuyor musun?
Birkaç kez denedim, ses kaydı falan aldım; ama oradan öteye gidemedi. Şayet anında bir yere yazmaz ya da kaydetmezsen rüyaları unutuyorsun zaten. Yazmaya çalıştığımda da o an tam uyanamadığım için bazı kısımlar anlamlı durmuyor; kelimeler eksik oluyor ya da bir şeylerin bütünlüğü kayboluyor.
Anladım.
Son dönemde daha çok solo konserler veriyorsun, ama az önce grupla da yeni materyaller üzerinde çalıştığını söyledin. Belki şu anki çalışma düzeninden ve yakın geleceğin senin için nasıl şekillendiğinden bahsedebiliriz.
Evet, ikisini birden yapıyorum aslında. Güncel olarak çaldığım solo setimi beş yıldır ara sıra icra ediyorum, sadece son zamanlarda daha çok solo konser teklifi alıyorum. Festivaller falan çağırıyor, ben de onlara uygun olacak turneler ayarlıyorum. Üzerinde çalıştığım şeyler sadece solo değil; daha akustik, Liturgy’nin alışıldık sound’undan farklı işler de var. Solo set Liturgy’den çok da farklı değil, milletin gayet alıştığı bir Liturgy seti. Grupla da yeni şeyler üzerinde çalışıyoruz. Neler yapacağımı öyle çok da planlamıyorum aslında. Bu yıl planladığımdan çok daha fazla solo turne yaptım ama bundan keyif aldım. O yüzden devam edeceğim. Grup turneleri de devam edecek tabii.
Müzik dışında şu an kafanda başka yaratıcı planlar var mı? Geçen sene Norveç’te bir serginin olduğunu hatırlıyorum…
Evet, sanat sergileri yapıyorum. Geçen yıl Norveç’te bir tane oldu. New York’ta da birkaç tane yaptım, mistik heykeller sergiledim. Aynı zamanda felsefi metinler de yazıyorum. Ezoterik sistemlere dair bir eleştirel teori kitabı çıkarmış olmam gerekiyordu şimdiye, hâlâ onun üzerinde çalışıyorum.
Okumak için sabırsızlanıyorum. Açıkçası ezoterizm alandaki yeni yayınları çok da yakından takip etmiyorum, o yüzden bana da iyi bir değişiklik olur.
Neler okuyorsun?
Daha çok sanatçı biyografileri ya da o an ilgimi çeken herhangi bir konuda araştırma kitapları okuyorum. Ezoterik alanda yeni nasıl kitaplar çıkıyor çok araştırmıyorum, daha fazla okumak isterim.
Anladım. Bence eleştirel teoriyle ezoterizmin -ve sanatın- arasında ilginç bir kesişim alanı açılmaya başlıyor. Bu da çok hoşuma gidiyor. Belki de dünyada yaşanan büyük değişimlerden dolayıdır. Bazen de felsefenin bir şey başarabilme kapasitesi konusunda karamsar oluyorum. Aslında kitabımı ertelememin sebeplerinden biri de bu. Şu anki diskurun amacı, gidişatı ne emin değilim. Sanki her şeyi hızlıca sahiplenip içini boşaltıyoruz gibi hissediyorum.
Şahsen işe yarar bir diskurun doğacağını düşünüyorum.
Umarım. (gülüşmeler)
Bu noktada belki başta konuştuğumuz konuya dönebiliriz: Gitgide daha çok insan spiritüalizmle ilgilenir oluyor, ama şahsen hep spiritüel kitle ile sol aktivist kitlenin birbirine umduğum kadar yakın olmadığını ya da kesişmediğini hissettim. Spiritüel olduğunu söyleyen ama siyasi anlamda aşırı bağnaz olan çok fazla insan var.
Kesinlikle öyle. Bu ikisinin daha çok kesişmesi mümkün. Belki de umut etmemiz gereken şey budur: Yolların bir şekilde buluşabilmesi…
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Liturgy’nin anıt taşında hangi şarkı sözün yazsın isterdin?
Sorun şu ki bütün şarkı sözlerimi hatırlamıyorum (gülüşmeler). Ama şu an hatırladığım şöyle bir dizem var: “Ribbons of gas flailing across the sun.”
Liturgy’nin Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.





