Dinleyenin gözünde kaçışçı ütopyalar ile tanımsız duyguları aynı anda resmeden albümlerde bugün: İngiliz müzisyen Leifur James, ikinci stüdyo albümünde gözümüzün önünde canlanan bir imgeler geçidi yaratıyor. Gece sahil kenarında yapılan yürüyüşler, ayın ışığında geçen tren yolculukları Angel in Disguise‘ın yepyeni anlamlara kavuşacağı bağlam şartlarından sadece ikisi. Devamını insan James’in müzikleriyle vakit geçirdikçe keşfedecektir muhtemelen.
Ruha yönelmiş elektronik dokunuşlar yer yer piyanoyla, yer synth’lerle zenginleştiriliyor. Önceki çalışmalarının aksine renkli değil siyah-beyaz bir paletle karşımıza çıkan James yer yer buğulu tınlasa da özünde hüzne değil, nostaljik bir tebessüme sığınıyor. Bu tebessümün bileşenlerinde yaşananların acısı da bulunuyor, o acıların insana yıllar sonra bahşettiği daha olumlu anlamlar da. Yaşanmışlıkların gölgesine mahsur kalmadan bu gölgeyi kendi maharetiyle şekillendiren müzisyen, hayli kişilik sahibi ve konuşkan bir iş koymuş ortaya.
Sevdalar, verilen kayıplar ve ötesi, hep birlikte Angel in Disguise‘da bulundukları konumun ötesine bakıyor. Bizi de pencerelerine davet ediyor, manzaraya çağırıyorlar.