Yavaş yavaş açıldığımız, yüz yüze etkinliklere kavuştuğumuz şu günlerde kapılarını yeniden açan mekanlardan ve ev sahipliği ettikleri konserlerden izlenimler…
Kadıköy’ün köklü mekanlarından Arkaoda, şu günlerde de alternatif sahnenin sanatçılarına kapı açmayı sürdürüyor. Mekanın üst katındaki konser salonu geçtiğimiz gün (28 Ekim Perşembe) bir başka tatlı performansa şahitlik etti. Canlı canlı Brek izleyebilmek için saat 20.30 sularında mekana geçtik. Tanıdık yüzlerle dolu mekan, o akşam biz müzikseverler ve müzik üretenler için bir dost kavuştayı gibiydi. Bulutların gökyüzünde gezindiği ama üstümüze yağmur indirmediği bir karanlık ekim akşamında karanlık müzikler eşliğinde aydınlanmaya hazırdık.
Arkaoda’nın sahnesi konser salonunun köşesinde yer alan, belli bir yüksekliği veya sınırları olmadan varlığını sürdüren, seyircilerle müzisyenlerin hayli demokratik bir paydaşlıkta konum alabileceği bir performans alanı. Saat 21.00’e yaklaşırken bu alanda her şey ve herkes hazırdı, gecenin yıldızı da karakteristik sarı saçlarıyla aramızdaydı. Vakit geldiğinde Brek, basta (konser çıkışı DJ sete de geçen) Deniz Braderin ve davulda Yağız Nevzat İpek eşliğinde sahneye çıkıverdi ve ilk stüdyo albümü TV Juice‘un açılış şarkısı The Fall ile kuvvetli bir giriş yaptılar.
Daha bu ilk şarkıda ortamda katıksız samimiyette bir synth enerjisi hasıl olmuştu, ancak bahsettiğim demokratik alana rağmen doğrusu grupla aramızdaki mesafe biraz -pandemi önlemlerine göre bile- fazlaydı. İkinci şarkı Bir Şey Fark Etmez’e geçerken bu sorun çözüldü, artık grupla birlikte sahneye çıkmışız gibiydik. Kendi fiziksel mesafemizde, ama bir o kadar da ruhen birlikteydik. Brek’in müziğine ve bu müziğin takipçilerine hayli yakışan bir aforizma olarak da işleyebilir aslında önceki cümlem.
Şimdiye dek Brek’in sahnedeki duruşuna dair çok sayıda haklı önerme işittim: Bir dostumun kendisinin aura’sını Nick Cave’e, bir diğerinin Ian Curtis’e benzetmişliği var. Aslında Brek, böylesi dev isimlerin ötesinde nevi şahsına münhasır bir enerji taşıyor, ancak post-punk, synthpop ve türevi müziklerle çalışan bestecilerin arasındaki ruhani akrabalığı da inkar edilemez buluyorum. “Dünyanın sonunda parti veriyoruz” hissiyatı ve buradan kopup gelen performans enerjisi, karanlık ve dans edilesi müzikler üreten birçok sanatçının sahnesinde baki kalıyor. Brek de bu duruma bir istisna değil: İsterse Bugün Benim Biraz Şansa İhtiyacım Var ve Işıkları Yakıyor Gündüzün gibi darkwave enerjisi yoğun seyreden şarkılarını icra ediyor olsun, isterse İlaç Gibi ve Bilmek İstemem gibi daha alternatif pop çalışmalarını; tüm bestelerini tutarlı, tanıdık ve bir o kadar da kendine has bir kimlikle sergiliyor.
Kokular‘dan Tesadüfen Hayatta‘ya, Sonsuz Gece‘den Mavi Yolculuk‘a tüm Brek şarkılarına coşkuyla eşlik eden seyircinin enerjisini de es geçmemek lazım. Ortamın kolektif performansı iki tarafı da besledi, iki dakikada akıp geçmiş gibi hissettiren bir gece yaşadık. Öte yandan sıradaki Brek albümü Mutsuzlar‘ı da merakla bekliyoruz, seçkiden -halihazırda yayınlanan ilk şarkı Gittim Gördüm dahil- hiçbir tadımlık almamamız biraz şaşırtsa da durumdan pek şikayetçi değilim, her türlü dört dörtlük bir repertuarla karşı karşıyaydık. Müzik üretmeden duramayan bir sanatçıyı eserlerinin doğasıyla örtüşecek şekilde az ışıklandırılmış ve dinamik bir atmosferde dinlemek, orada bulunan herkesi tatmin etmişe benziyordu. Konser çıkışı kurduğum diyaloglardan bu çıkarımımı iletebilirim.
TV Juice‘tan bir şarkı ile açılıp başka bir şarkı (Burn It Down) ile sona eren konserin çıkışında Braderin’in DJ setine kalamadık ve bu eksikliği başka bir zaman kapatmak üzere defterime not düştüm. Denildiğine göre güzel bir after party sergilemiş, o ana dek dökülmeyen kurtlar orada güzelce dökülmüş. Bizse halihazırda dökmüş olduğumuz kurtlarımızla yetinip çoktan sıradaki buluşma için sözleşmiştik.