Müziği sadece arka plandaki ses olarak görmeyen, şarkıların içine girmeyi bir boş zaman aktivitesi olarak gerçekleştirenler iyi bilir; Avrupa’nın havası bir başkadır. Yıllarca Britanya’nın müzikte ve belki de sanatın bütün alanlarında başı çektiğini savundum. Ama benim bu biraz da fanatiklik boyutundaki düşüncelerim Fransız grup Isaac Delusion ile karşılaştığımda büyük bir değişime uğradı. Henry James’in “gözlerin şehvetine inşa edilmiş en büyük tapınak” olarak tanımladığı Paris’in kulaklarımız için de bir tapınak olabileceğini kanıtlayan grup, Rust & Gold isimli albümüyle konuğumuz. 2017 yılında dinleyiciye sunulan albüm Paris’te kaydedilip, mixlenmiş. Ayrıca geçtiğimiz günlerde How Much You Want Her isimli şarkısının videosunu yayınladılar. İsmini gördüğümde “onu ne kadar istiyorsun” diye bana sordurup şarkının içindeki “How much you want her out of your life” ‘twist’iyle gülümsetti.
Rust & Gold uzunçalarını bir kelimeyle tanımlamak gerekirse eklektik doğru kelime olacaktır. İçerisinde geniş bir janr yelpazesi sunan albüm aslında bu tarzların birbiriyle nasıl uyumlu olabileceğini kanıtlayarak özgünlük ile aklımıza giriyor. Burada dikkat çekmek istediğim dreampop ve soul tınılarını yumuşak elektronik alt yapılarla süsleyerek -en amiyane tabirle- akıcı şarkılar ortaya çıkarmaları.
Albüm açılış şarkısında bir kadının hikayesiyle başlıyor. Kalbinin kapılarını kilitleyip anahtarını da denize atan Isabella’ya “Open the door for me” diye yalvaran bir aşığın şarkısı. Bu yalvarış lead vokal Loïc Fleury’nin eşsiz sesiyle dillendirilince daha farklı bir boyuta taşınıyor. Albümün genelinde duyduğumuz tiz ama boğuk vokaller bir anda dans şarkısına dönüşen bu şarkıda en önemli elementlerden. Güçlü saykodelik synthleri ve epik bas partisyonları ile Black Widow’u dinlerken kafanızı sallamadan durabilirseniz, iddia ediyorum yazının başında belirttiğim kitlenin içinde değilsiniz. Bu noktada sizi şöyle uyarayım, albümü ilk dinlediğinizde kesinlikle dans edilebilir bir ortamda olmanız şiddetle tavsiye edilir.
Her şarkıya ayrı bir paragraf açacak kadar çok beğendiğim bir albüm, Rust & Gold. Voyager’ın pan flütlü reggae beat’i ile gerçekten o bir yolculuğa çıkıyorsunuz. “Gravity’s gone” mısralarını duyarken vücudunuz hafifleyecek ve yükselmeye başlayacaksınız. Ve şarkı bittiğinde hala “Million million million miles away” derken kendinizi bulabilirsiniz. İçerisinde blues tadabileceğiniz Luck & Mercy, retro pop/disco dolaylarında dolaşabileceğiniz How Much (You Want Her) ve melankolik hissettiren Bittersweet Fruit gibi şarkılar içeren albüm gerçekten daha önce dinlediğim şeylere hiç ama hiç benzemiyor. Bütün bu tarzlar arasında çıktığımız yolculuk her güzel macera gibii on iki şarkının ardından ‘Mother Shelter’ ile sona eriyor. Az önce bağırıp çağıran Loic bu sefer size bir ninni söylüyor.
Albümün bayrak taşıyıcısını, adeta kalbimi parçalayan şarkısını sona bıraktım. Belki buraya kadar sıkılıp okumayanların kaçırdığı bir yer olacak ama, sadece ‘The Sinner’ için bile bir yazı yazabilirdim. O yüzden her şeyi bitirip ondan sonra bu şarkıdan bahsetmek istedim. The Sinner, bütün insanların içinde olan ama asla konusu yapılmayan içimizdeki karanlığa muhteşem bir şekilde ışık tutan bir şarkı. Genellikle hor gördüğüm, zaman zaman sahip olduğum için pişman olduğum korktuğum bu karanlık The Sinner’da “All I got for you is a dark space in my heart; full of secrets and lies” diye tasvir edilmiş. Şarkının akıldan çıkmayan “I’m washing my hands when the sun is rising” mısrasını şarkının sonunda ilk duyduğumda tüylerim diken diken oldu. Klibiyle bu büyücü şarkıyı çok güzel taçlandıran Isaac Delusion’a teşekkür ediyorum.
Yazının başında da belirttiğim gibi, benim önyargılarımı yıkan bir albüm Rust & Gold. Bence sırf bu yüzden bile en az bir kere dinlemeye değer olduğunu düşünüyorum. Zaten o ilk şansı verdiğinizde gerisini Isaac Delusion’a bırakın.
Rust & Gold albümüyle listelerinizde yerini hemen alacak.