Hayatta çok naif anlar ve insanlarla karşılaşıyoruz her gün. Kendimizde bulduklarımız ise bu anların en değerlisi. Kendi naifliklerimizi fark ettiğimiz an hissettiklerimiz ise yabancılaşma duygusu, sorgulama, keşfetme, emin olmaya çalışma, kendine sarılma, sevmeye izin verme aşamalarının toplu karın ağrısı.
Ağlamaktan endişe duyardı her zaman. Dolan gözlerini kaçırırdı kimse anlamasın diye. Omuz hizasında kıvırcık kahverengi saçları vardı. Gözlükleri burnunda iz yapmıştı. Herkesin mavi mi yoksa yeşil mi diye tartıştığı gözleri vardı. Kısa boyluydu, hafif etine dolgun. Bedeniyle pek barışık değildi ama yine de sevmeyi öğrenmişti. Hep bir yolunu buluyordu kendini sevmek için. En çok kendiyle kavga ettiği, iç sesini duymamaya çalıştığı zamanlarda bile sarılırdı kendine.
İç sesiyle mücadele ettiği sıradan günlerden biriydi yine. İyisin, kötüsün, mutlusun, mutsuzsun, keyiflisin, değilsin… Güne başlamadan bir ruh hali belirlerdi önce. Sonra uçarcasına işine gitmeye çalışırdı. Geç kalmak, sevmediği bir şeydi.
Bugün: Kötü.
Kadıköy’de koşarak varmaya çalıştığı ofisinden 3 apartman önce bir şarkı duydu, en sevdiği sahaftan geliyordu. Bir anda içindeki tüm mutluluklar akmaya ve müzikle birleşmeye başladı. İşte bu duyduğu mutlaka onu anlatıyordu. Bunu besteleyen mutlaka onu tanıyan biriydi. Yazan mutlaka hayatını biliyordu. Bir an endişeyle etrafına bakmaya başladı. Aynı duyguları yaşayan ondan başka biri var mıydı? Sadece o olmamalıydı. Eğer sadece kendi yaşıyorsa bu duyguları, gerçekten onu tanıyan biri olmalıydı. Hayır hayır, nasıl olabilirdi ki? Etrafına dikkatlice bakmaya devam etti. İnsanlar sel gibi duygularını akıtıyordu. Kahkaha atanlardan, canı çok sıkılıp sadece telefonlarına bakanlar, çantasında su şişesini arayanlar, yaka kartını yere düşürenler, işe yetişenler, kahvaltıya çıkanlar… Herkes şarkıyla beraber duygularını sanki dışarı bırakmaya başlamıştı.
Bu şarkı özelinde mi duygularını görebilmeye başlamıştı İdil yoksa zaten o duyguları görebiliyor muydu? Garip, içlerinden akıp geçen farklı renkler görüyordu. Gözlerini ovuşturdu, kapayıp açtı. Hala oradaydı tüm renkler! İnsanların duyguları yoğunlaşmaktan sıvı hale geçmiş ve onların midelerini parçalayarak kurtulup, önce yere akıyordu. Tüm duyguların akarak birleştiği bir nokta haline gelecekti İdil. Onun bedenini aşıp, önce ağzından, bir anda midesinden, kulaklarından girip tek bir yerde buluşacaktı.
Gözlerini sımsıkı kapadı! Kapan artık hayal gücüm, kapan! diye içine haykırdı önce. Sonra boğulacak gibi hissetti kendini. Gördüklerine inanamıyordu. Delirmiş olmalıyım, hastaneye gitmeliyim diye geçirdi içinden. Birden bacağında bir kaşıntı hissetti. 6 tane yavru kedi bacaklarının etrafına dolaşmış, kendisinden akan duyguların içinde dans eden bir gökkuşağını andırıyordu. Hayır, ben sadece çok stresliydim dün. Ofise gidip yüzümü yıkayınca geçecek bu diye düşünerek, aklından insanın tam da midesine dokunan o müziği çıkarmaya çalışarak koşmaya başladı.
Ofise geldiği zaman bir anda nefesi kesilmişti. Düşünmeye başladı.
İnsanları hep tanımak istemişti, hep içlerindekini görmek, herkesin kendine özel cehverini bulmasına şahit olmak. Ama hayır, bu kadarını istemiyordu, bu kadarı çok fazlaydı. Her detaya hakim olmak, anlık duygu değişim dalgalarını renklerle algılamak. Hayır, hayır bu kötü bir şaka olmalıydı. Biri dün akşam içkisine ilaç atmış olmalıydı, yüzünü yıkadığı zaman geçecekti.
Ofisin kapısını duvara çarparak içeri girdi. Hanife abla şaşkın bir bakışla günaydın derken tam karnının ortasında uçuk gri bir su akmaya başladı. İncecikti, sokakta gördüğü diğer renkler gibi farklı 6 tondan ya da boyuttan değildi. İncecik, cılız, isteksiz bir renkti bu. İdil boncuk boncuk terlemeye başladı bunu görünce. Hiçbir şey demeden tuvalete gitti, tansiyonum düştü herhalde diye düşünerek tam 6 kez yüzüne su çarptı. Tamam, geçti. Sakin ol. Gördüklerin sadece hayal ettiklerindi. Dışarı çık. Hadi. Korkma. Renk diye bir şey yok. Hayal gücün. O da susacak, tıpkı diğer her şey gibi.
TAK * TAK * TAK
İdil iyi misin?
Evet iyiyim, çıkıyorum.
- Nefes al. En derin nefesini. Her şey düzelecek. –
Kafasını korkarak uzattı, donup kalmış onu izleyen 6 çift göz vardı. Konuşmamaları için gür bir sesle iyiyim diyerek emin adımlarla masasına doğru gitti. Arka masasında Ali, Esin’e hafta sonunu anlatırken içinden anlam veremediği mora çalan bir renk akıyordu. Ne demekti bu? Tansiyonu düşmemiş o zaman, ama iyiden iyiye midesi bulanıyordu. Artık insanların duygularını sadece renk olarak görecekti. Kimseye söyleyemem deli sanacaklar beni diye düşünüp izin aldı ve doktora gitti.
Yolda kimseye bakmamaya çalıştı. Yere baktıkça ona doğru akan renklerin yoğunluğu artıyordu. Çok yoğun, masmavi, deniz gibi bir renk ona gelmeye başlayınca kafasını kaldırdı. Aynı müzik kulağına çalıyordu yine. Büyülenmiş gibi müziği dinleyen ve etrafına bakan o kızı gördü sonra. Ona mutlaka sormalıydı. Renkleri görüyor musun? Her şeyi ama her şeyi sadece renklerle görebiliyor musun? Kafasında birkaç kez tekrarladı, cesaret edemiyordu sormaya. Ya görmediğini söylerse?
Yanına gitti, sahafın camından kitapları incelerken kızla beraber müziğe eşlik etmeye başladı. Sadece oldukları yerde sallanıyorlardı.
Yeni bir an bulmuştu kendine şimdi. Yeni naif bir an. Yeni naif bir insan. Yeni naif bir duygu.
Çok endişeliydi çünkü gözleri dolmuştu. Mutluluktan bile olsa gözlerini kaçırdı, sonra da müzik tamamen kesildi.
İçinden 6’ya kadar saydı.
- Merhaba, ben İdil.