“İlk dinlemede kulağıma hoş gelmeyen bir şeyler olsa bile pes etmez, müziği anlamaya çalışırdım.”
Finlandiya’nın Kuopio şehrinden çıkan progresif rock grubu Rantama, aslen 2014’te enstrümantal eserler üreten bir üçlü olarak kuruldu. Grupla aynı ismi taşıyan yenilikçi ve ferahlatıcı albümleri Mart 2020’de, Eclipse Records etiketiyle yayınlandı. Grup, saygın radyo istasyonlarında çalınmalarının yanı sıra Spotify’ın editöryal caz listesinde kendine yer edinerek küresel görünürlüğe kavuştu. Rantama, progresif müzik sahnesine zarif, iddialı, taze ve güçlü sekiz parçalık bir albüm sunuyor. Albüm, bizlere adeta bir “rollercoaster”daymışızcasına Finlandiya’nın orman ve göllerinin hissetirdiği kasvet ve heyecanı yaşatıyor. Grubun gitaristi ve ana bestecisi Timo ile albüm, turneler, üretim süreci ve daha fazlasını konuştuk.
Merhaba Timo, nasılsın? Bugünlerde Finlandiya’da hayat nasıl?
Gayet iyiyim. Noel dönemindeyiz. Bu seneki Noel Finlandiya’da birazcık özel tabii, hepimizin bildiği pandemi sebebiyle. Sokağa çıkabiliyoruz ancak hükümet fazla insanla görüşmememiz konusunda ısrarcı. Restoranlar ve barlar açık fakat eskiden olduğu gibi geç saatlere kadar değil. Ama ben gayet iyiyim!
Rantama 2014 yılında Finlandiya’nın Kuopio şehrinde enstrümantal bir üçlü olarak kuruldu. Sonrasında 2017 yılında grubun vokalisti Taavi gruba katıldı. Bir araya gelme fikri nasıl oluştu?
Aslında ben bu enstrümantal jazzrock parçalarının bir kısmını daha önceden yazmış ve hatta farklı bir ekiple canlı da çalmıştım. Sonrasında işler bu doğrultuda ilerlerken, 2006’da liseden tanıştığım davulcumuz İiro ile daha çok vakit geçirmeye başladım. Kendisiyle uzun süredir görüşmüyorduk. Tekrar görüşmeye başlayıp birlikte epeyi zaman geçirdikten sonra ona bu yazdığım parçaları çalmak isteyip istemediğini sordum. Akabinde parçaları prova ettik. Provalar başından beri çok iyi gitti diyebilirim. Basçımız Tatu ise zamanında bir düğün için verdiğimiz bir konserde eski basçımızın yerine çalmıştı. Finlandiya’da yazları müzisyenlere epeyi ekmek çıkaran düğün sahnesi diye bir şey var. Bu konserlerde genelde eski Fin dans parçaları çalınıyor.
Hani şu Stokholm veya Tallinn arasi sefer yapan (yaşlı çiftlerin genelde gemideki pistte dans ettiği) feribotlardaki müzikler gibi mi?
Evet evet, aynen öyle. Bu arada oralarda da bulundum ve o işleri de yaptım [gülüyor]. Neyse, 2013 yazında böyle bir projemiz vardı. O zamanlar Tatu Kuopio’da konservatuarda okuyan henüz genç bir arkadaşımızdı. Düğündeki konserde eski basçımızın yerine gerçekten harika çaldı ve o günden sonra aklımda yer etti. Sonrasında İiro ile çaldığımız dönemlerde Tatu’yu aradım ve bize katılmasını teklif ettim ve o da kabul etti. Biraz doğaçlama, biraz benim parçalarım, biraz da Jimmy Hendrix çaldık. Taşlar yerine oturmuş gibiydi ve böylece üçümüz çok yakın arkadaş olduk.
Harika, ve sonra da Taavi gruba dahil oldu?
Evet. Esasında bu üçlü ile bir albüm kaydettik ve epeyi de başarılı oldu. Bu kadar büyük bir şeye dönüşmesini beklemiyorduk. Bir plak şirketiyle anlaştık ve sonra Pori Jazz ve Tampere’deki Lost in Music gibi büyük festivallerde çaldık. Bu süreçte birçok dinleyici edindik. Sonuç olarak bu mütevazi temellerle başlayarak Finlandiya sahnelerinde izimizi bıraktık diyebiliriz. Pahalı stüdyolar için paramız falan da yoktu, yalnızca beraber çalan üç arkadaştık işte. Stüdyodayken albümü de canlı kaydettik zaten.
Albümün etkisi 2016 sonunda doğru azalmaya başladı. Ancak daha öncesinde benim zaten bu parçalara vokal ve söz ekleme hakkında birçok fikrim vardı. Hatta bu fikirlerin bazıları bu projenin başlangıcından bile önceye dayanıyordu. Fakat eldeki parçaların üzerine şarkı söyleyebilecek birini pek tanımıyordum. Bir noktada kendim de denedim ama şarkı söylemeyi sevmeme rağmen sesim bu parçalar için yeterli değildi.
Taavi’yi Joensuu’da yaşandığım zamanlardan tanıyordum. 2015 gibi kurulduğumuz şehir olan Kuopio’ya taşındı. Sonraları bir keresinde bir düğün konseri daha oldu [gülüyor] ve Taavi önceki vokalistimizin yerine sahneye çıktı [gülüyor]. Ondaki gelişimi görüp kendi kendime “bu vokalden, bu işlenmemiş elmastan bir şeyler olabilir.” demiştim. Akabinde kendisini aradım ve aramıza katıldı. Provalar da harika geçti diyebilirim.
Anladığım kadarıyla Finlandiya’daki düğünler sadece evlenenler için değil çevredeki gruplar için de fazlasıyla önemli bir potansiyele sahip ve bu durum düğün sırası ve sonrası için de geçerli!
Evet, bu düğünler Finlandiya’da yazları müzisyenler için büyük bir iş alanı olarak da görülebilir.
Albümünüzü Mart 2020’de Eclipse Records etiketiyle yayımladınız. Albüm Bird Nest ve Roaring Rapids ile canlandırıcı major tonlarda başlıyor. Sonra bu parçalar yerlerini daha minor ağırlıklı Dying Star ve Ground Frost Forger’a bırakıyor. Özellikle Ground Frost Forger’ın getirdiği bu kasvetli havadan sonra ilerlediğimizde Splendid Sun ve We are parçalarıyla albüm sanki yeniden doğuyor diyebiliriz. Son parçaya geldiğimizde 80’ler havaları ve nostaljisi alıyoruz. Sanki album ile Finlandiya’nın uzun karanlık kışları ve bitmek bilmeyen aydınlık yazları arasında doğrudan bir ilişki var gibi. Bize biraz albümün arkasındaki fikirlerden bahseder misin?
Evet, doğa benim için büyük bir ilham kaynağı. Senin de söylediğin gibi yaşadığımız yerin müziğimizde belirgin bir izi var. Ben, hemen her çeşit müziği seven bir müzisyenim. Benim için hangi tür olduğu çok önemli değil, iyi yapılmış ve müzikal değeri olan bir iş olması yeterli dinlemem için. Albümün birçok unsuru geçmişte dinlediğim şeylerden oluşuyor. Örneğin bir müzik yazarı Bird Nest için 90’ların grunge havalarında bir parça olduğunu söylemişti. Ben de eskiden ziyadesiyle Sound Garden ve Pearl Jam gibi grupları dinliyordum. Aynı zamanda ekstrem metal gruplarının da yeri ayrı. Senin Death sevdiğini biliyorum [gülüyor]. Benim için de Death 14 yaşlarımdayken çok dinlediğim büyük bir ilham kaynağıydı. 80’lerden bahsettin. Evet 80’leri çok seviyorum. O dönemin bol “chorus” ve “delay”li “sound”unu seviyorum.
Bunu albümde kullandığın pedallardan da duyabiliyoruz. Bolca “chorus” kullanıyorsun parçalarda çünkü.
Aynen öyle. “Cheesy” olmasın diye de epeyi uğraşıyorum [gülüyor].
Sanırım “cheesy” diyerek neyi kastettiğini hepimiz biliyoruz [gülüyor].
Evet, gerçekten çok uğraşıyorum öyle olmasın diye [gülüyor].
Yazdığım parçalarda doğada vuku bulan olayların günlük hayatımıza yansımalarını metaforik olarak aktarmayı seviyorum. Bu tarz temalarla oynamayı seviyorum.
Ben Rantama’yı ilk olarak Dying Star teklisiyle dinledim ve özellikle gitarlarda Opeth ve the Aristocrats tınıları, klavyelerde de 70’lerin Camel “synth” tonları dikkatimi çekti. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Bize albümü yazarken seni en çok etkileyen üç albümü söylebilir misin?
Sadece üç albüm söylemek gerçekten güç [gülüyor]. Albümleri pek bilemem ama Dying Star’da fazlasıyla John Scofield esintileri mevcut. Scofield’ın üzerimde etkisi hayli önemli. Belki kompozisyona o kadar değil ama gitar çalış stilime kesinlikle büyük bir etkisi var. Bir de İsrailli gitarist Oz Noy’u ekleyebilirim. Tabii ki the Aristocrats’ın ilk albümü de çok önemli. Bu albümü de çok dinledim ancak bizim albümün yazım sürecinde değil, öncesinde dinledim daha çok. Opeth’in Damnation ve Camel’ın Moonmadness albümlerini de ekleyebiliriz. Toto’dan da [gülüyor] bahsetmeden geçmeyeyim. Onlardaki ticari yöne bayılıyorum. Gerçekten karmaşık ama bir o kadar da akılda kalıcı şarkılar yazmayı çok iyi biliyorlar. Parçalarını dikkatli incelediğimizde birçok akıl zorlayan modülasyon duyuyoruz. Yani, Toto’nun Isolation albümünü de ekleyebiliriz. En popüler Toto albümü değil ama belki de bu yüzden seviyorum, parçalar radyoda çalınmaktan eskimediği için [gülüyor].
Taavi’nin vokallerinin albümde yeri büyük. Onun albümdeki varlığını söylediği hemen her bölümde fazlasıyla hissediyoruz. Grubun ana bestecisi olarak onun bu albümdeki rolünü ve gelecek albümlere bu rolün uzantısını nasıl görüyorsun?
Taavi, bu sene yayımladığımız albümün büyük bir kısmını oluşturuyor. Albüm gerçekten de birçok vokal partisyonunun olduğu, vokal ağırlıklı bir iş oldu. Biraz klişe olacak ama [gülüyor] bu yönde olmasına ekstra çaba harcamadan kendiliğinden böyle gelişti işler. Şu sıralar yeni albümü yazıyoruz. Sanırım yeni albümde biraz daha enstrümantal bölümler ve vokaller arasında bir denge olacak. Yani belki de gelecek albüm bu kadar vokal ağırlıklı olmayacak.
Bizi bazı sürprizler bekliyor diyebilir miyiz?
Evet bazı sürprizler olabilir. Örneğin 70’lerin progresif rock müziğinde vocal herşeyin önünde değildir. Vokal de diğer enstrümanlar gibi bir enstrümandır yalnızca. Belki biraz bu ayarda parçalardan yazarız. Ama vokalin her şeyin önünde olmasını da ayrı seviyorum. Yani açıkçası, biraz ondan biraz bundan gibi olabilir.
Albümün gerçekten de mükemmel bir miksi var. Miksaj işleriyle uğraşan biri olarak dinlediğimde, enstrüman kayıtlarının da çok iyi alındığına ve mikste bu kayıtların en güzel kısımlarının öne çıkartıldığına dikkat etmiştim. Bize albümün kayıt ve prodüksiyon süreçlerini biraz anlatır mısın, örneğin hangi stüdyoyu nasıl seçtiniz, istediğiniz performansı alabilmek için kaç gün gerekti gibi şeyleri?
Nereden başlasam ki [gülüyor]? Mattias, Mattias Kiiveri, albümümüzün miks ve kayıt işlerini üstlenen ses mühendisi oldu. Yaşı genç aslında, bizim gibi, genç ve aç [gülüyor]. Zamanında onların Prince ayarında funk çalan gruplarını desteklemiştik. Sonraki dönemde bizim bir konserimizin çıkışında biraz konuşmuştuk. Çok kafa dengi biri ve iyi bir gitaristtir kendisi. O dönemde Mattias kariyerini ses mühendisliği ve prodüksiyon üzerine çizen biri olarak aklımda kalmıştı. Ne zaman ki albümü yazmayı bitirdik ve kaydetme noktasına geldik, doğal olarak aklıma Mattias geldi. Tatu da zamanında onun stüdyosunda kayıt almıştı ve onun çalışma yöntemleri hakkında oldukça iyi şeyler söyledi. Bu arada pahalı stüdyolar için de bir girişimde bulunduk ama genelde ya hep geç döndüler ya da bize ayıracak zamanları olmadığını söylediler. Öte yandan Mattias’a Facebook üzerinden yazdım ve hemen işe koyulmaya hazır olduğunu söyledi. Onun bu yaklaşımının da stüdyo seçimimizde büyük etkisi var.
Böylece Helsinki’deki stüdyosuna gidip iki gün kayıt aldık. Bir aylık bir aradan sonra iki gün daha kayıt aldık. Yani öyle aralıksız on gün gibi değildi.
Hmm ilginç. Yani arasında bir aylık boşluk olan toplam dört günlük bir kayıt süreci, öyle mi ?
Evet… Hmm, dur biraz daha düşüneyim [gülüyor]. Hah, tamam hatırladım! Ben, Tatu ve İiro ile altı gün kayıt aldık ve vokaller ve klavyeler dışında her şeyi canlı kaydettik. Belki öyle ilk seferde değil ama genelde üçüncü denemede baştan sona bir kerede çalarak aldık kayıtları. Bu şekilde çalmamız da albümde kendini belli ediyor zaten. Taavi ile ise dört gün kayıt aldık. Bu süreçte ben ve Mattias vardık sadece stüdyoda. Senin de önceden söylediğin gibi Taavi gerçekten çok temiz söylüyor. O yüzden vokal kayıtları epeyi rahat geçti diyebilirim. Belki çok ince notalarda onu biraz zorlamamız gerekti, o kadar [gülüyor].
Ama sen biliyordun zaten onun söyleyebileceğini, değil mi?
Evet. Ben ve Mattias, biz biliyorduk da Taavi kendisi pek bilmiyor gibiydi. Yine de genele bakarsak tüm kayıt süreci oldukça rahat geçti. Klavyeleri de evde kaydettim. Ama bütün gitar, davul, bas ve vokaller Helsinki’deki Hollywood Studios’ta kaydedildi.
Burası aynı zamanda Tatu’nun bu sene çıkan solo albümünün kaydedildiği yer, değil mi? O albüm de ne kadar güzel gerçekten.
Evet, yani sanırım Tatu başka bir yerde kaydetti ama Mattias miksledi albümü diye biliyorum. Bu arada biraz da şu efsanevi Finnvox Studios hakkında konuşmalıyım. H.I.M., Rasmus, Nightwish gibi büyük isimlerin albümlerinin kaydedildiği yer burası. Tam da Mattias’ın stüdyosunun yakınında, sokağın karşısında bu ünlü stüdyo. Mattias’ın da burayla iyi ilişkileri olduğundan, albümün masteringini bu stüdyodan H.I.M‘in birçok albümünün masteringini yapan dünyaca ünlü Pauli Saastamoinen yaptı. O gerçekten inanılmaz bir profesyonel ve albümün masteringini o yaptığı için çok şanslıyız.
Parçaların miks sonrası halleriyle ile dünyaca ünlü bir ses mühendisi tarafından yapılmış masteringli halleri arasındaki fark neydi senin için?
Her şey biraz daha birlikte, biraz daha sıcak ve daha güçlüydü. Pauli’nin metodlarını bilmiyorum ve kendim de hiç mastering yapmadım ama her şey birbiri içinde daha iyi eriyip yapışmıştı diyebilirim.
Albümü yayımlamadan önce Finlandiya’da birkaç şehri gezdiğiniz küçük bir turne yaptınız. Turneyi pandemi etkisini hissetirmeden önce yaptığınız için kendinizi şanslı hissediyorsunuzdur herhalde. Turne nasıl geçti? Pandemi, albümün promosyon işlerine nasıl etki etti?
Evet, gerçekten de şanslıydık. Şubat ayı için bir turne ayarlamıştık, tam da tüm virus muhabbeti patlak vermeden [gülüyor]. Turne çok iyi geçti. Birçok arkadaşımız gördük ve daha önce hiç çalmadığımız yerlerde çalıp yeni dinleyiciler kazandık. Örneğin Oulu’da ilk kez çaldık ama mekan dolup taştı. Konser sonrası birçok kişiyle konuştuk ve hepsi de çok güzel şeyler söylediler. Bizim çaldığımız tarzdaki müziği bu tutkuyla çalan pek fazla grup yok fakat bu müziği dinlemek isteyen bir kitle her zaman var. O açıdan bunu yapmak çok güzeldi. Konsere gelenler de albüm henüz çıkmadan CDlerini alabildiler. Pandemi olmasaydı durum nasıl olurdu söylemek zor, ama muhtemelen daha çok konser verirdik.
Festival ve benzeri etkinlikler için halihazırda program oluşturmuş muydunuz?
Hayır, pek değil. Bizim gruptakiler epeyi yoğun aslında. Özellikle İiro ve Tatu, Erja Lyytinen ile tüm Avrupa’da yılda yaklaşık iki yüz konser falan verdikleri için…[gülüyor]
Bu da beni bi sonraki soruma getiriyor zaten. Rantama’da çalanların eş zamanlı olarak birçok farklı projeyle ilgilendiğini görüyoruz. Örneğin dediğin gibi İiro ve Tatu Erja Lyttnen ile çalıyor, Tatu solo albüm çıkardı ve sen de Gentle Savage ile çalıyorsun. Rantama için zamanı nasıl buluyorsunuz ve önceliklerinizi nasıl belirliyorsunuz?
Sadece kendi adıma konuşayım çünkü bizimkiler nasıl yapıyor bilmiyorum. Ben olaylara proje bazlı bakıyorum. Örneğin bu albüm, büyük bir hedefti. Yıllarca hazırlık gerektiren yazım süreci, kayıtlar ve turneler, hepsiyle büyük bir proje. Belki inanmayacaksın ama albüm çıktığı ve tüm bu turneleri yaptığımız için rahatladım diyebilirim. Bu açıdan bakınca madem pandemi gelecekti, bizim için daha iyi bir zamanda gelemezdi herhalde. Çünkü tüm bu albüm süreci gerçekten yorucu. Ama sen de çok iyi biliyorsun zaten [gülüyorlar].
Gentle Savage ile yeni yılın ilk aylarında yeni bir albüm çıkartıyoruz. Benim için eğlenceli bir proje çünkü grup lideri ben değilim ve sadece gitar çalıyorum.
Ve iyi de çalıyorsun!
Sağol [gülüyor]. Zamanımın tamamını bu grup için düşünmeden, tabii ki promosyon için bana düşeni yaparak, çaldığım şeyden keyif alıyorum. Hayatımdaki en önemli şey bu grup olmadığı için de gitarımı çalıp işin tadını çıkarıyorum. Rantama ile bir sonraki albüm için hedeflerimizi koyduğumuzda, işler tekrar hızlanmaya başlar diye düşünüyorum. Çünkü sen de biliyorsun ki kayıtlar, konser ayarlamaları, promosyon işleri, sesimizi duyumak için yaptığımız tüm bu işler çok meşakatli.
Grupta hepiniz farklı ilham kaynakları olan yetenekli müziyenlersiniz. Sana göre Rantama’nın en güçlü ve en zayıf yönleri nelerdir?
Herhalde arkadaşlık derim buna. Özellikle üçlü olduğumuz dönemden beri aramızda tuhaf denebilecek bir mizah anlayışı var. Dışarıdan birinin anlaması çok zor yani. Taavi geldiğini epeyi uğraştı tabi [gülüyor] ama sonunda o da bu ailenin bir parçası oldu. Birlikte zaman geçirmekten keyif alıyoruz, ve bu da sahnede çalışımıza yansıyor diye düşünüyorum. Ben ve İiro, biz heavy metal tarafından gelirken, Tatu daha bir blues diyarlarından çıkma. Çalışından da fark ediliyor zaten, öyle klişe metalci gibi “palm-mute” yaparak çalmıyor. Taavi de daha çok vokallerin önemli olduğu Beatles ve Elton John tipi müzikleri dinlemeye yatkın. Tüm bu farklı etkilenmeler grupta güzel bir harman oluşturuyor bence.
En zayıf yönümüz… Bunu söylemek pek bana düşmez ama herhalde yoğun programımızın en zayıf yönümüz olduğunu söyleyebilirim. Yine de birlikte çok zaman geçiremesek de her buluştuğumuzda araya ne kadar süre girmiş olursa olsun, her zaman eve dönmek gibi bir his oluyor. Çocuklar da zaten çok iyi profesyoneller oldukları için her seferinde çok iyi çalıyorlar.
Bir tane de komik bir soru sorayım. Bir keresinde bana dünya üstünden bir şarkıyı silecek gücüm olsa hangisini silerdim diye sormuşlardı. Sen hangi şarkıyı silerdin?
John Mayer’den Your body is a wonderland. Yani John Mayer severim ama o şarkı gerçekten iyi değil [gülüyor].
Günümüzde piyasada inanılmaz miktarda müzik var. Yeni müzik keşfetmek için elimizden gelenden fazlasını bile yapsak atlayacağımız birçok şey olacaktır. Ben biraz ağırdan alıyorum bu durumla alakalı işleri. Yani, durmadan yeni çıkan şeylere yetişmek yerine, önceden keşfetmiş olduklarımı biraz sindirince yenilere başlıyorum. Sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun? Bu aralar neler dinliyorsun mesela?
Açıkçası son zamanlarda pek prog dinlemedim. Aslında sağlam bir pop müzik düşkünüyüm ben. Günümüzdeki büyük isimlerin, Ed Sheeran mesela, ne tarz prodüksiyonlar yaptıklarını dinlemek ilgimi çekiyor. Yeni müzik konusunda senin gibiyim ben de. Zamanında cebimdeki az miktar parayla aldığım bir albümü aylarca dinlerdim. İlk dinlemede kulağıma hoş gelmeyen bir şeyler olsa bile pes etmez, müziği anlamaya çalışırdım. Bu sayede müziğin gerçekten bana açılmasını beklerdim. Ben biraz daha bu şekilde bakıyorum bu olaya. Belki de kendime bir plak çalar almanın zamanı gelmiştir, böylece o eski prog albümlerini de bolca dinlerim [gülüyor].
Son olarak albüme geri dönecek olursak, bu yıl çıkardığınız albüm için yaklaşık dört sene beklediniz. Sonunda çok iyi yazılmış ve başarılı bir prodüksiyonu olan bir albüm yayımladınız. Ancak son yıllarda özellikle dijital müzik platformlarının müzisyenlere sürekli yeni müzik çıkartmaları konusunda ciddi bir baskısı var. Bu durum da haliyle uzun albümler yerine daha çok tekli ve EP ağırlıklı ürünler ortaya çıkartıyor. Senin bu konuyla ilgili görüşlerin nelerdir ve Rantama’dan gelecek yeni sesleri ne zaman duyabiliriz?
Benim bu tekli ve EP yönelimi konusuyla bir problemim yok açıkcası. Albümü yayımlamadan dört tekli çıkarttık ve bu sayede bir momentum kazandık. Albüm belki de bir yıl öncesinden bile hazırdı ama bekleyip yavaş yavaş dinleyici kazanmak. Görünen o ki, işleri bu şekilde yapmak şimdinin müzik dünyasında etkili oluyor. O yüzden benim için bu durum pek bir sorun teşkil etmiyor. Tabii ki albüm yayımlamak her zaman o büyük söylemi paylaşmak ve o sayfayı kapatmak gibi oluyor. O yüzden albüm her şekilde daha büyük bir etki yaratıyor. Sanırım yeni yılda, yani 2021’de Rantama’dan yeni sesler duyabiliriz.