Tolga Karaçelik’in pek kaliteli müzik zevkinin farkına Sarmaşık’taki bir sahnede de varmıştık aslında: Nadir Sarıbacak’ın canlandırdığı Cenk karakteri, gemide geçen ilk gecede Cem Karaca şaheseri “Deniz Üstü Köpürür”’ü mırıldanıyor, ardından şarkının stüdyo kaydı kulaklarımızı dolduruyordu; geceyi sabaha bu şarkıyla uğurluyorduk. İzlerken bana herhangi bir filmde bu kadar ustaca yerleştirilmiş bir “Deniz Üstü Köpürür” dinleyemeyiz gibi gelmişti. Üstelik filmin müzikleri, Gevende’den tanıyıp sevdiğimiz Ahmet Kenan Bilgiç’in elinden çıkmıştı.
Müzik faktörü, elbette Sarmaşık’ı sevmemiz için sadece küçücük bir sebep. Filmin esasında koca bir Türkiye portresi olması ve bunu kör göze parmak sokmadan, ikna edici karakterler sunup gerilim dozunu sürekli arttırarak yapması gibi başka bir sürü güzel sebep var. İşte bütün bu güzel sebepler birleşince -ben dahil- birçok Karaçelik hayranı, sıradaki filmini merakla bekler olduk.
Güzel sebepler, güzel sonuçlar doğurdu; bu güzel sonuçlar ise Karaçelik’e Sundance’te ödül kazandırdı. Kelebekler sayesinde artık çok daha fazla kişi Tolga Karaçelik ismini biliyor ve konuşuyor. Karaçelik ise memleketinden gördüğü bütün ‘desteksizliğe’ rağmen dünya sinemasının yeraltı yıldızları arasında yerini sağlamlaştırıyor. Kelebekler’de tıpkı önceki iki uzun metrajı Gişe Memuru ve Sarmaşık’taki gibi gerçeküstücü ögeler mevcut olsa da bariz bir tarz, ton nüansı var. Bir anda güldüren, bir anda ağlatan, fazlasıyla dengesiz olmasına bir şekilde tutarlı kalmayı başaran bir film Kelebekler. Ülkemiz sinemasının ürettiği kara komediler içinde şimdiden üst konumda bir yerde oturuyor ve hiç kuşkusuz zamana direnerek kült bir konuma da kavuşacak.
Ona bütün entelektüel birikimini aktaran bir yakınının kaybı üstüne yazmaya başlamış Karaçelik Kelebekler’i. Araya Sarmaşık girmiş sonra; senaryonun hatları tam anlamıyla oturunca çekimler başlamış. Üç kardeşin yol hikayesi, ikinci yarıda babalarının ölümüyle bir ‘yas tutamama’ hikayesine evrilirken ‘aile olma’ arayışı ve çuvallayışı hep baki kalıyor. İnanç/inançsızlık, yaşadığımız çağın ön görülemezliği ve doğrudan doğruya absürd anlar var ama yönetmenin birkaç demecinde birden dediği gibi, “Çok da şey etmemek lazım”. Patlayan tavuklar, adeta sağanak halinde yere düşen kelebekler, hayatımızda duymadığımız küfürler ve borç/harç hesapları arkada kalınca ortada duygular konusunda bol virajlı, etkileyici bir hikaye kalıyor. Ercan Kesal’lı son sahneyle birlikte düşünürsek, uzun bir fıkra kalıyor da diyebiliriz. Bu ülkenin gördüğü en kaliteli fıkra belki de, hayat kadar gerçek ve hayat kadar saçma. Bazen iyi hissedebiliriz, bazen kötü. Çok da şey etmemek lazım…
Erkut Taçkın şarkısı “Baba”, Karaçelik’in ısrarlarıyla, tam da hikayeyi anlattığı, kör göze parmak soktuğu için filmde yerini bulmuş. Hikaye boyunca hiç suretini görmediğimiz baba, üç kardeşi birleştiren tek şey ne de olsa. Diğer şarkılar da tam yerli yerinde, Nazan Öncel, Barış Manço ve Grup Gündoğarken yüzümüzü güldüren diğer tatlı detaylar. Filmin başlarında Bartu Küçükçağlayan’ın karakterinin rastgele bir kızla konuştuğu mekanda çalan grup ise filmin onur konuğu Gevende. “Vertigo” parçalarını taş gibi bir performansla sunuyorlar. Vokal Ahmet Kenan Bilgiç bir kez daha müzik sorumluluğunu üstlenmiş, tam takım bir soundtrack albümüne kavuşmayı işte bu yüzden de sabırsızlıkla bekliyor ve ilgililere sesleniyoruz. Tavuk bile sabırsızlıktan patlayacak yakında.