“My face is mine, my hands are mine,
my mouth is mine, but I’m not. I’m yours.”
Kaptan Fantastik, adının vermiş olduğu izlenimin aksine fantastik bir film değil. Fantastik kelimesinin kafamızda oluşturduğu “gerçekte olmayan, hayali” anlamına her ne kadar bir atıfta bulunulsa da, filmin hikayesi aslında gerçekte olmayan, hayali bir olgu üzerinden değil de; toplum tarafından benimsenmiş yönetim/inanç/yaşam sistemleri içerisinde var olması mümkün kabul edilemeyecek bir bakış açısını anlatıyor. İşte fantastik olan da, tam olarak bu.
Ben (Kaptan Fantastik) ve eşi, Kuzey Pasifik Ormanları’nda medeniyetten uzak bir hayat kurmaya karar verir. Altı çocuklarıyla birlikte uzun yıllardır bu şekilde yaşayan Ben’in eşi geçirmiş olduğu rahatsızlık sebebi ile hastanede yatmak zorundadır. (Ben, her ne kadar hastanelerin sağlıklı insanların ölmeyi seçtikleri bir yer olduğunu; Amerikalıların aşırı ilaç kullanan ve az eğitim alan insanlar olduğunu düşünse de, eşinin beyninde elektrik sinyallerini iletmek için yeterince serotonin bulunmadığı için hastanede yatmak zorunda olduğunu kabullenmiştir.) Çocuklar içinde bulundukları bu yaşam şekli içerisinde avlanmayı, doğada aç kalmamayı, gece yarısı yönlerini bulmayı, tırmanış yapmayı öğrenmekte; okula gitmek yerine ise anne ve babalarından eğitim almaktadırlar. Bu eğitim, okullarda bulunan eğitim sistemiyle uyuşan bir sistem değildir elbette; yaşları on sekiz ile beş/altı arasında olan çocukların her biri, kendi yaşı doğrultusunda eğitim görmektedir. Bir yapboz haline dönmeyen (!), sorgulamayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, deneyimlemeyi, kendini özgürce ifade etmeyi esas alan bir sistem içerisinde olan çocuklar; en modern şehirlerin en pahalı okullarında okuyan çocuklarından çok daha fazla şey bilmektedirler.
Geceleri kitap okumanın bir ritüel haline geldiği bu fantastik ailede Ben, çocuklara vermiş olduğu kitapların içerikleri doğrultusunda sorular sorar; onların kitapları gerçekten analiz edip edemediklerini, karakterleri irdeleyip irdeleyemediklerini anlamaya çalışır. Onları her zaman düşünmeye; bu doğrultuda kendi fikirlerini bir iki kelimeden ibaret olmayan şekilde ifade etmeye (Örneğin, “Lolita” kitabına dair düşüncelerinden bahsederken çocuklardan biri “ilginç” kelimesini kullanır; ancak bu kelime aile içerisinde kullanımı yasak bir kelimedir ve bir konu hakkındaki düşüncenin analizler doğrultusunda belirtilmesi gerekmektedir.) ve toplumsal normlara sıkışıp kalmadan kendi düşünce/hayat tarzlarını bulmak için yönlendirmeye çalışır.
Zorunda kalmadıkça şehre çok da fazla gitmeyen bu aile, yaşadıkları acı bir kaybın ardından şehre gidip cenazeye katılmak zorundadır. İşte o zaman, toplumsal hayatın dayatmış olduğu sistemle yüzleşme yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Çocukların her türlü tehlike ve hayata dair gerçeklerden izole edilmiş bir şekilde büyütülmesine dair düşünce şeklinin hakim olduğu medeni dünyanın (!) içerisinde ormanda yaşamlarını sürdüren, Nike ve Adidas gibi markaların ne olduğundan dahi habersiz olan çocuklar ve hippi gibi giyinen, cola’yı çocuklarına “zehirli su” olarak tabir eden, Christmas yerine Noam Chomsky’nin (Amerikan aktivist, dil bilimci, filozof, mantıkçı, siyasî eleştirmen, tarihçi ve yazar) doğum gününü kutlamayı tercih eden bir baba elbette fantastik kalacaktır!
Matt Ross’un yönetmenliği ve senaristliğini üstlenmiş olduğu 2016 yapımı Kaptan Fantastik, içerisinde sıkışıp kaldığımız sistemlerin her birine eleştirilerini sunmaktan çekinmiyor. Bu eleştirilere hak verip vermemek tamamen bize kalmış elbet; ama benim gibi her bir eleştirinin haklılık payının dağları aştığını düşünenler varsa, bu film hayatımıza Vladimir Nabokov’un Lolita, Jared Diomond’un Tüfek, Mikrop ve Çelik kitaplarını katmakla kalmayacak; insanın doğa ile iç içe olduğu, dayatmaların anlamını yitirdiği eleştirel bir toplumun var olabileceğine dair inancı da yeşertecek.