Bad City’nin tekinsiz sokaklarında bir vampir kız. Bu kız feminist. Bu kız Farsça konuşuyor. Bir araya geldiğinde neyin ortaya çıkacağı konusunda muallakta kalacağımız tüm bu bileşenler bizi distopik bir dünyaya götürüyor.
İran asıllı Amerikalı yönetmen Ana Lilly Amirpour’un çektiği ilk uzun metrajlı filmi A Girl Walks Home Alone at Night filmini bir “vampir filmi” kategorisine koyacak olursak aynı kategoride “Twilight” serisinin olduğunu düşünürsek, bu durum pek de adil olmazdı; çünkü bu filmde farklı ve son derece kendinden emin bir karakter var. Simsiyah çarşafını üzerine geçirerek Bad City’nin sokaklarında korkusuzca yürüyen, bazen çocukları “iyi birer çocuk olmaları için” ömür boyu onları takip edeceğini söyleyerek tehdit eden, Lionel Richie’den “Hello” şarkısını dinleyen ve dış dünyadan tamamen soyutlanmış odasında özgürce müzik dinleyip içinden geldiği gibi dans eden bir kız.
Bu kız, Bad City’nin sokaklarında her şeyden/ herkesten bağımsız şekilde gezdiği bir gece yarısı Arash ile karşılaşır. Uyuşturucu bağımlısı babasıyla ilgilenen ve stil konusunda James Dean’den etkilendiği bariz olan Arash ile aralarında bir aşk başlar. Yönetmenin karakterler arasında herhangi bir dialoga ihtiyaç duymaksızın anlattığı bu aşka güzel şarkılar, tombul bir kedi, çalıntı bir küpe ve çakmakla yakılmış bir iğne eşlik eder.
Arash’ın kızın odasına ilk geldiği gece White Lies grubundan “Death”şarkısı çalar. Bana kalırsa filmin en etkileyici sahnesi olan bu sahneyi özel kılan şey ise, şarkının iniş çıkışları ile karakterlerin hareketlerinin tamamen bağlantılı olması. Kız, arkası dönük şekilde Arash’ın hareketlerini izlemeye ve daha sık nefes almaya başladığında şarkı hareketlenir. Harry McVeigh “My mouth as I’m crying, so frightened of dying. Relax, yes, I’m trying. But fear’s got a hold on me.” dediğinde ise aralarıdaki çekim, mini disko topunun parlayan ışıklarından çok daha parlaktır.
Arash’ın Lionel Richie’nin “Hello” şarkısını üzgün olarak nitelendirmesinin ardından ise İranlı bir müzik grubu olan Raido Tehran “Khabnama” şarkısıyla geceye dolar. Yine ses tellerine pek de fazla ihtiyaç duyulmaksızın geçirilen gecede, bir şarkıyla her şey anlatılabilecektir.
Hikayenin bir vampir hikayesi olduğunu unutmadan, Bad City’nin uğursuz sokaklarını tamamen hissettiren müziklerden de bahsetmek gerekir elbette; “Sarcophagus” ve “Black Sunday” şarkıları, filmin gerilimli atmosferini yansıtmak için yapılmış kusursuz seçimler.
Elektronik müzikler de boş geçilmiyor; Farah’ın “Dancing Girls” ile The Free Elektronic Band’in “Bashy” şarkısıları bu karanlık ortamda bile kalp atışlarını hızlandırabiliyor.
A Girl Walks Home Alone at Night filmi, feminist filmlerden biri olarak nitelendirilmesine karşın, her ne kadar kadınsal mevzulara bir giriş yapmakla yetinip gelişme ve sonucu hayal gücümüze bıraksa da özgün hikayesiyle, derin oyunculuklarıyla ve mükemmel müzikleriyle izlenilmesi gereken filmlerden.