Hazırlayan: Özge Ç. Denizci – Tuğçe Yapıcı
Günah senin, suç senin, “100 milyon tık” da senin…
Özge Ç. Denizci / [email protected]
Sayfiye yerlerinden birinde güneşe kendimi vermişken aynı ıptıs müzikler, benzer nakaratlarla ve aynı frekans ve hızda dönüyor. Haliyle benim de başım… Ama birdenbire bütün o şarkıların arasında gitar arpejli bir şarkı başlıyor. Daha ilk sesten belli o hep yaza damgasını vuran şarkılardan biri olmadığı. “Günah benim suç benim, kurdum bırak bu düş benim…” Bu bir isyan şarkısı değil de ne? Diye düşünüyor insan. Tuhaf bir şekilde kendine çekmeye başlıyor şarkı. Bir bakıyorum elim ayağım durmuyor ritim tutuyorum. Derken Eypio‘nun sesi bir tokat gibi patlamıyor da alıp bir yerden başka bir yere sürüklüyor. Ezik değil, isyankâr. Zaten Eypio‘yu bilenler onun olayının bir hayli “isyan” olduğunu bilirler. Şarkının ne formunda ne de armonisinde yeni hiçbir şey yok. İsyankarlığı ise en minöründen. Sessiz, sedasız, çığlıksız…
Bu aralar dinlediğim şarkıların arasında yaşadığım en büyük hayal kırıklığı vokal girdikten sonra şarkının bir şekilde yükseleceğine düşüyor olması. Bu durum beni o şarkıdan derhal uzaklaştırıyor. Bu şarkıda böylesi bir durum söz konusu değil. Öte taraftan oryantal esintili alt yapıdan sonra gelen bir anlık durağanlık ve o durağanlığın üstüne atılan Eypio‘nun diss’i şarkıya pek yakışmış.
Müzik yazarı arkadaşlarımızın “kitleleri peşinden sürükleyecek bir şarkı yok” hayıflanmasına YouTube üzerinden Burak King ve Eypio’nun 100 milyoncuk tıkla bir diyeceği var sanırım. Birlik, beraberlik diyoruz ya hani… 100 milyon tık bence bu birlik beraberliğin en büyük göstergesi. Üstelik şarkı ilk duyuşta aşk şarkısı gibi tınlasa da başta da dediğimiz gibi bu yüzde yüz bir isyan şarkısı. hem de çuvaldızı göz kırparak kendine batıran cinsinden. Formül belli… Uygulayan kazanıyor!
“Eypio sevmeyen bizden değildir”. Peki “biz” kimiz?
Tuğçe Yapıcı / [email protected]
Bu yaz geceleri evimin önündeki sokaktan geçen her araba aynı şarkıyı dinliyor, geç vakitte birasını alıp son bir cila için sahile inen bütün çakırkeyifler bağırarak aynı şarkıyı söylüyor. Ben de bazı geceler aynı şarkının bir saatlik versiyonunu açıyorum, bugüne kadar 45. dakikadan önce sıkılıp değiştirdiğim olmadı.
Eypio ile tanışmam bundan birkaç ay önce Can Kazaz ile muhabbet ederken kendisinin bana “Günah Benim“i göndermesi ile oldu. Videonun görüntüleme sayısından anladığım kadarıyla o zamana kadar parça halihazırda almış yürümüş ve ben sanırım uzayda yaşadığım için henüz adamın adını bile duymamışım. Yeraltı rap sahnesine bilinçli bir tercihle uzak durmasam da yeteri kadar takip etmeyip ilgisiz kalmış olmam fazlasıyla üzücü. Ama bu deniz derya sahnedeki işleri keşfetmeye hevesliyim, özellikle Can gibi bu alandaki bilgisine güvendiğim birisinden tavsiye gelince başıma geleceklerden habersiz hemen parçayı dinlemeye koyuldum.
Günah Benim‘in beni hastalıklı bir şekilde sarmalayıp dilime dolanmasının ardından boş durmayarak zehri eşe dosta da zerk etmeye başladım; çünkü bazı şarkıları yalnız başına sevince tadı çıkmıyor, suç ortağı elzem oluyor. Tahmin ettiğim üzere Günah Benim‘in açıklanamayan büyüsüne kapılan arkadaşlarım da benim gibi hemen Eypio‘nun diğer şarkılarını keşfetmeye başladılar. Şimdilerde hepsini defalarca dinlemiş olmama rağmen gün geçmiyor ki yeni bir şarkısına sarmayayım. Geçen hafta iki gün boyunca sadece “Diyorum” dinledim mesela, bir ara aynı şarkıyı dinlemekten vazgeçemeyeceğimi düşünüp hafiften korkmaya başladım. İş tehlikeli boyutlara ulaşıyor, Eypio zehrini damardan verdiğim arkadaşlar da her geçen gün yeni bir şarkısını keşfediyorlardı. Birkaç hafta önce yoğun ısrarlarımla Eypio dinlettiğim arkadaşımın mesajı bir sabah uyandığımda ilk gördüğüm şey oldu. Bana Eypio’nun son keşfettiği şarkısını göndermiş ve “Şu Eypio’yu alın benden” yazmış. Telaşını anlıyorum, bir hastalığın göz göre göre vücudu sarması gibi bir şey yaşadığımız.
Tabii bu esnada algıda seçicilikten midir yoksa Eypio‘nun şöhreti günden güne kontrolden çıkmış bir hızla arttığından mıdır bilinmez, hem hakkında daha fazla habere rastlamaya hem de çevremde daha fazla insanın Eypio salgınına yakalandığını fark etmeye başladım. Bilgisayarı açsam Eypio‘ya dair bir haber, pencereyi açsam yoldan geçenler “yazarım derdimi kendime / kaderin benle bu derdi ne?” diye bağırıyor (ne zaman bunu duysam koşarak aşağı inip insanlara sarılasım geliyor), taksiye binsem Günah Benim çalıyor, şoför hemen sesi açıyor -zaten o açmasa ben rica edeceğim. Hal böyle olunca her kesimden, her müzik zevkinden insanı yakalayan bu parçanın sırrını düşünmeden edemiyorum. Bir gece müzik yazarı arkadaşım Özge Ç. Denizci’nin paylaştığı Günah Benim‘i beğeniyorum, birazdan Özge bana mesaj gönderiyor: “Bir şey soracağım, Eypio ile olayın nedir? Çok merak ettim.” Son zamanlarda sık sık Eypio paylaşmam arkadaşların dikkatini çekmiş olsa gerek, soranlar oluyor. “Hastası oldum” diyorum Özge’ye, “çünkü çok gerçek.”
Neredeyse emin olduğum bir şey var ki o da, içselleştirdiğin ve en iyi bildiğin hikayeyi anlattığında dinleyicinin buna karşı koyamadığı. Şarkı sözlerinin de edebiyat eserleri olduğu ön kabulü üzerinden aynı durumun edebiyatta da geçerli olduğunu düşünüyorum. Türü “yeraltı” diye tabir edilen birkaç kitap okuyup hiç bilmediği bir hayata dair şiirler yazan “şair”lerin hangi birisi Bukowski olabildi ki? Edebiyat tarihi, bildiği şeyi anlatmak varken kendisine enteresan gelen hiç bilmediği bir hayatı egzotikleştirerek anlatmaya kalkıştığından çuvallayan, gülünç duruma düşen işlerle dolu. Halbuki senin bildiğin hayat ne kadar sıradan olursa olsun iyi anlatabileceğin tek konu odur. Öte yandan anlattığın hikaye senin ne kadar iyi bildiğin bir hikaye olursa olsun her kesimden, farklı müzik zevklerine ve dinleme alışkanlıklarına sahip dinleyiciyi yakalayacağının garantisi yoktur. Kesin bir formülü olmaması da işin sürprizli kısmını oluşturuyor zaten. Mucize gibi bir şey oluyor, bir şarkının ünü kulaktan kulağa yayılıyor, neredeyse günde bir milyon defa dinleniyor, kayıt dışı olarak kim bilir kaç defa birileri tarafından mırıldanılıyor veya sokaklarda yankılanıyor… Evet, bunun genel bir formülü yok ama Günah Benim‘in sırrına dair tahminim şu yönde: Sokaktan gelen, sokağa dair bir hikaye sokakları ele geçirdi. Günah Benim, sokaktan aldığı gücü yine sokaklara iade ediyor. Bu esnada biz de uzun zamandır olmayan ve belki de uzunca bir süre yine gerçekleşmeyecek bir şeye tanıklık ediyoruz: Bir şarkının kitleleri peşinden sürükleme gücüne.
Not: Bu yazıyı bitirir bitirmez bir arkadaşımın “Eypio sevmeyen bizden değildir.” notuyla paylaştığı, arabada bağıra çağıra Günah Benim söyledikleri bir videoya rastladım. Söz konusu Eypio olunca “biz” ile neyi kastettiğimiz artık belirsiz, zaten mucizevi olan da tam olarak bu değil mi?