Kapak Fotoğrafı: Ashey Jones
İster progresif punk deyin -bu tanımdan nefret ediyorlar-, ister psikedelik pop, isterseniz sadece rock… Cardiacs her koşulda alternatif müzik hafızasının en eşsiz, en kıymetli, en deli, en fazla isme ilham olmuş gruplarından biri. Grubun dâhi lideri Tim Smith’i 2020’de kaybetmemizin ardından ağabeyi Jim, Cardiacs ve tüm Cardiacs dostlarıyla el ele verip Tim’in yarım kalan albüm projesini tamamladı. Ortaya rock’ın en özgün figürlerinden birinin anısını onurlandıran -ve doğrudan kendisinin dokunuşlarını içeren- yeni Cardiacs albümü LSD çıktı. Jim Smith ile Zoom’da buluşup albümün, Tim’in, Cardiacs’ın hikâyesini konuştuk.
Öncelikle sana ve çorbada tuzu olan herkese LSD’yi tamamladığınız için teşekkür etmek istiyorum. Albümü çok beğendim, Tim’in anısını onurlandırmanın da harika bir yolu olmuş bence. Albümü sonunda yayımlamak ve dinleyicilerle paylaşmak nasıl bir his?
Jim Smith: Çok gururluyum. Çok heyecanlıyım. Bence harika oldu. Tim’in de duyabilse bayılacağını düşünüyorum. Şu an mutluluktan uçuyorum diyebilirim. Herkes o kadar çok emek verdi ki, bu çalışmanın böylesi bir zirveye ulaşması bana harika geliyor. Sonuçtan daha memnun olamazdım. Güzel sözlerin için teşekkür ederim.
Adeta bir “yürütücü yapımcı” olarak bu albümün hayata geçirilme sürecinin her adımını gözetip yönettin ve içinde bulunduğunuz süreç de akıl almaz bir yolculuktu. LSD’yi gerçek kılmak için sayısız zorluktan geçtin. Ama öte yandan albüm üstünde çalışan bir sürü insan da hem Tim’e hem Cardiacs’a gönülden bağlıydı. Bu komünite ruhu sonuca ulaşmanda sana destek oldu mu?
Kesinlikle. Herkes %100 ve canı gönülden işin içindeydi. Kimseyi zorlamak ya da baskı yapmak zorunda kalmadım. Herkes bunu yapmayı samimiyetle istedi. Yolculuğun son kertesi dört yıl sürdü, yani uzun bir serüvendi. Sonunda başardık ve sonuçtan gerçekten memnunum. Ortaya attığın “komünite” tanımını da çok sevdim.
Albüm notlarında Rob Crow’un “davulbaz”lıktan sorumlu olduğu yazıyor. Bu kelimenin anlamı nedir?
Elimizde biraz dağınık biçimde duran birtakım davul kayıtları vardı. Onları Rob Crow’a gönderdik, o da parçaları minicik bölümlere ayırıp bütün fazlalıkları temizledi. Bazı şarkılarda davul stemlerini ona gönderdik, o da bize mükemmel şekilde ayarlanmış davul sesleriyle geri döndü. Orijinal sesleri koruduk, ama Rob bu sesleri düzenleyip çeki düzen verdi. Biz de yaptığı şeyi tasvir eden böyle bir kelime uydurduk.
Albümde ilk versiyonuna kıyasla diğerlerinden fazla değişimden geçmiş bir şarkı var mı?
“Ditzy Scene”, “Gen” ve “Made All Up” dışında -bunlar önceden kaydedilmişti, sadece birkaç şey eklememiz gerekti- bütün şarkılar aslında başta demo hâldeydi. Dolayısıyla hepsi için aşağı yukarı aynı oranda emek harcandı. Tim’in bıraktığı rehber kayıtlar dışında elimizde pek bir şey yoktu. Elbette Tim, Kavus ve Bob bazı şarkılar üstünde çalışmaya başlamıştı, dolayısıyla çoğunda temeller halihazırda atılmıştı bile. Ama nihayetinde elimizdeki şey hepi topu gitarlar, davullar ve Tim’in rehber vokalleriydi. Hastaneye kaldırılmadan önce başlamıştı bunları kaydetmeye. Onun kaydettiği her parçayı, her minik malzemeyi kullandık; yerine asla başka bir şey koymayı düşünmedik. Tim’in olduğu her yerde bizzat kendisi varlığıyla ön plana geçti. Tüm bunları saymazsak en çok emek isteyen parça “Skating” oldu diyebilirim.
Harika bir parça bu arada.
Evet, bayağı deli işi bir parça değil mi? Her şeyi yerli yerinde bence, bayılıyorum; çok da karmaşık bir şarkı.
Evet. Albüm içi favorilerim sürekli değişir diye düşünüyorum, ama şu an için kişisel favorim o olabilir.
Harika bir parça. Açıkçası hepsi artık benim çocuklarım gibi, aralarında seçim yapamıyorum. Ama evet, “Skating” içlerinde en yaramaz çocuk diyebilirim. (gülüyor) Bir de “Busty Beez” var, o da ‘büyük’ bir iş. İkisi favorilerim içinde. “Volob” da çok güzel. Ama sanırım hiçbiri bizi aşırı zorlamadı, sadece “Skating” doğası gereği en çok uğraş isteyen oldu. Diğerlerinin hepsi için durum aşağı yukarı aynıydı.
Albüm kapağında gördüğümüz kangurunun hikâyesi nedir?
Tim bir grupla turnedeydi, onların sesçisi olarak çalışıyordu. Sanırım bir puba gitmişlerdi, oradaki duvarda bir tablo gördü. Pub’ın sahibi tarafından yapılmış bir tabloymuş. Ahşap üzerine yapılmış gerçek bir resimdi ve Tim ona oracıkta âşık oldu. Pub’ın sahibine satıp satmayacağını sordu ve kadın ona 25 sterlin karşılığında sattı. Tim çok memnun olmuştu. Orijinal planı onu Guns albümünün kapağı için kullanmaktı. Ama eve döndüğünde fark etti ki tabloyu aldığı yer, yani Hungerford, zamanında adamın tekinin toplu katliam yaptığı bir ilçeydi. O yüzden “Guns adında bir albümün kapağında Hungerford’dan bir kanguru kullanmak kötü bir karar olur, bana da kötü bir karmayla döner,” diye düşündü. (gülüyor) Böylece o fikir rafa kalktı. Resim de evindeki duvarda asılı kaldı. LSD üstünde çalışmaya ciddi anlamda başladığımızda, yani bundan üç dört yıl önce, oturmuş tabloya bakıyorduk ve “İşte bu LSD’nin kapağı olmalı!” dedik. Bu yüzden kanguruyu seçtik. Güzel, değil mi?
Evet. Uzun zamandır duyduğum en delice albüm kapak hikâyesi bu olabilir. Açıkçası Cardiacs tarihindeki her şey zaten delice. Sahip olduğunuz mirasa bayağı uygun bir hikâye diyebiliriz. (gülüşmeler)
Aynen.
Albümü duyurmadan hemen önce 1988’den daha önce görülmemiş bir Cardiacs konser kaydı paylaştınız. Neden özellikle o konseri seçtiniz? Sizin için özel bir yeri mi var?
Çok özel olmasından ziyade benzersiz olduğu için seçtik. Tek kameradan çekilmiş bir video. O yüzden tam anlamda profesyonel bir işten çok, seyircinin arasında izliyormuşsun gibi bir atmosferi var. Çekimlerin çoğu kalabalığın arasından yapılmış. İşin garibi, videoyu kimin çektiğini bilmiyoruz. Tim’in ofisinde bir kutunun içinde bulduk. Ne kim çektiği ne başka bir bilgi yazıyordu üstünde. Sadece nerede, hangi tarihte çekildiği yazıyordu. Kameramanın kim olduğunu hâlâ bilmiyoruz. Eskiden videolarımızı yapan Nick Elborough filmi düzenledi, biz de “Madem paylaşalım, çocuklar görsün,” dedik. Eşsiz bir havası vardı. Benim için de çok iyi oldu, çünkü hayatımda hiç Cardiacs konserine gitmedim. İlk defa oturup izleyip “Aa, böyle bir hismiş demek ki!” oldum.
Videonun altında da insanlar çok güzel yorumlar yapmış. Hatta bazıları o gün oradaymış.
Evet bak, gördün mü? Bir sürü insanda anılar ve hisler canlandırmış. Harika bir şey bu. Yorumları okumayı çok seviyorum.
Son yıllarda Cardiacs adına birçok arşivlik materyal ortaya koydunuz. Resmî sitede eski röportajlarınızın olduğu bir “müze” var, müzikleriniz dijital platformlarda, grubun görsel tarihini aktaran yeni bir kitabınız bile var… Cardiacs tarihini arşivlemeye yönelik başka planlarınız var mı? Şahsen bir belgesel film görmeyi çok isterdim.
İlginçtir ki az önce Finlandiya’dan Tomas isimli bir adamla röportaj yapıyordum, o da aynı şeyi söyledi. “Bence Tim ve grup bir biyografiyi hak ediyor,” dedi.
Kesinlikle.
Bu da beni düşündürdü açıkçası, çünkü kıyıda köşede duran bir sürü ıvır zıvır var: Tim’in karalamaları, notları… Böyle bir şey kesinlikle gündemde. Daha önce de duydum ve bence de güzel bir fikir. Büyük ihtimalle yapacağız. Film olur, kitap olur, artık ne olur bilmiyorum; ama hikâyeyi başından itibaren anlatmak kesinlikle çok iyi olur.
Bekleyip görelim.
Evet.
Yıllar içinde toplumun ve müzik yazarlarının grubunuzu algılama biçimi, daha tartışmalı bir yerden sıyrılıp eleştirel ve ticari anlamda daha fazla sevgi gören bir çizgiye doğru kaydı. Geçen yıl birçok konseri kapalı gişe verdiniz ve eski kuşak hayranlarınıza ek olarak giderek gençleşen bir kitle de kazandığınız görülüyor. Bu değişim hakkında ne düşünüyorsun?
Bence bu tür müziklere basın ve gazeteciler artık çok daha açık ve sıcak bir gözle bakıyor. Hem sosyal medya sayesinde artık kendimizi neredeyse doğrudan tanıtabiliyoruz. Bu çok büyük bir faktör. Ben değişimin büyük kısmını buna bağlıyorum. Bir de tabii ki yaptığımız müzik gerçekten çok iyi. (gülüşmeler) Hak ettiği geniş kitleye daha rahatça ulaşıyor. Yine de bu değişen dinamiğin en önemli nedeni kesinlikle internetin artık çok daha erişilebilir olması. Bu da sana dünya çapında bir platform sunuyor. Halbuki biz yıllarca çok dar görüşlü bir basınla çok küçük bir sahnede çaldık durduk. Berbattı.
Şunu da eklemek gerekir ki artık sosyal medya da basının bir parçası. Daha fazla insana sesini duyma imkânı sunan bir platform. Bu da bence müziğinizin güzelliği hakkında daha geniş bir toplumsal uzlaşmaya ulaşmanızı kolaylaştırıyor.
Kesinlikle. Sosyal medya çaldığımız insanlarla doğrudan bağlantı kurmamızı sağlıyor. Yani onlar bize yorum yapabiliyor, biz de o an neler düşündüklerini görebiliyoruz. Buna göre biz de o atmosfere ufak tefek uyum sağlayabiliyoruz. Seyircinin neyi sevip neyi sevmediğini görebiliyorsun. Perspektifini biraz daha rahat değiştirebiliyorsun artık. Artık seyirciyle aranda daha doğrudan bir bağ var. Eskiden bir konser verirdin, herkes evine giderdi, üç dört ay sonra yeni konser verene kadar da kimseyi bir daha görmezdin. Şimdi ise sürekli onlardan haber alabiliyorsun. Bu çok daha olumlu bir his. Bence popülaritemizin artmasına internet çok büyük katkı sağladı. Bu harika bir şey.
Tim’in müzik dünyası üstünde bıraktığı büyük izi konuşalım biraz da. Bana gönderdiğin notlarda Mike Vennart şöyle diyor: “Tim’in nasıl yaptığını hâlâ bilmediğimiz bir sürü şey var.” İlk kez müziğinizi keşfettiğimde, Tim’in kendi kendini eğitmiş bir müzisyen olduğunu öğrenmek beni çok şaşırtmıştı. Kendinden kattığı bütün o eşsiz teknikler, yaklaşımlar bana “Bunda akademik bir altyapı olmalı!” dedirtmişti. Günümüzde ise şunu düşünüyorum: Şayet Tim gerçekten müzik eğitimi alsaydı sonuç aynı olur muydu? Bence olmazdı. O yaklaşımlar yine ortaya çıkar mıydı? Sanmıyorum. Bence işin özü onun otantik merakı ve oyunbazlığıydı. Buna katılır mısın?
Evet, sana yüzde yüz katılıyorum. Üstelik bunu birden fazla enstrüman için yaptı. Çocukken davulla başladı, sonra gitara geçti. Piyano, trompet, hatta bir ara flüt çalmayı da kendi kendine öğrendi. Neredeyse her şeyi çalabiliyordu. O da öyle biriydi işte. Küçük küçük etkilendiği insanlar vardı tabii. İlk yıllarda Devo’dan çok etkilendik. Tim ayrıca Henry Cow’u, Frank Zappa’yı da çok severdi. Bunu sanatında rahatça duyabilirsin. Bence onun yaklaşımındaki fark, bu ilhamları hiç çekinmeden sahiplenmesiydi. “Bu müzikler bunun için var, çalınmak için!” derdi. (gülüyor) Yani hiçbir şeyi bir kalıba, kitaba göre yapmadı. Ürettiği her şey onun kafasından çıkmaydı. Bence onu eşsiz yapan da buydu.
Tim, Cardiacs’i bir pop grubu, ya da bir psikedelik pop grubu olarak tanımlamıştı. Ben de buna katılıyorum! Belki kulağa garip gelecek ama onun müzikal zekâsını ruhen Brian Wilson’a yakın buluyorum. Wilson The Beach Boys’la çığır açan bir pop yaptı, Tim ise Cardiacs’la çığır açan -ve bambaşka- bir pop yaptı. Sen de Cardiacs’i bir pop grubu olarak görür müsün?
Evet, kesinlikle. Hem de Tim’i alıntılayarak. Hep ne derdi biliyor musun? “Bunlar hepi topu şarkı işte! (gülüyor) Tür değil, sadece şarkı. Olayın özü bu. Suyu bulandırma.” Biz pop gruplarını bayağı severdik. Yani, kim biraz Prince veya ABBA sevmez ki? Her türden müzik dinlerdik. Dolayısıyla ufak ufak poptan etkilendiğimiz oldu. Ben kendim büyük bir Prince hayranıydım. Tim’i O2’deki Prince konserine götürdüğümü hatırlıyorum, bayılmıştı. En mutlu anılarımdan biridir; kardeşimin Prince’i izleyip ona hayran oluşunu görmek… Katılıyorum, biz bir pop grubuyuz. Kesinlikle. En nefret ettiğimiz şey ise “prog” olarak görülmek. (gülüşmeler) Daha berbat bir tür yok. Çok çirkin.
Bence Cardiacs’in en az bir şarkısı büyük bir radyo hiti olmalıydı. Sence en çok hangi şarkı bunu hak ediyordu?
“Is This The Life?” az daha oluyordu. Neredeyse başarmıştık. Bunun da sağlam bir hikâyesi vardır. İngiliz listelerinde 80 numaraya kadar çıkmıştık, şarkı ulusal radyoda deli gibi çalıyordu. Sonra birden kesildi. Çünkü Kylie Minogue “I Should Be So Lucky”yi çıkarmıştı. İşte ondan sonra ülkedeki tüm plak pres fabrikaları sadece Kylie Minogue plakları basmaya başladı. Bizim de başka plak bastırma şansımız kalmadı. Stok tükendi. O noktaya kadar gelebildik. Ama bana “Hangi şarkı hit olmalıydı?” diye soruyorsan…
Evet.
Aslında o şarkı asla en sevdiğim şarkımız değil. Sanırım bu yeni albümden bir şarkı seçebilirim. “Breed” şarkısını çok seviyorum. Güzel bir parça. Radyo dostu da diyebiliriz.
Ben de bayılıyorum.
“Volob” da çok güzel. Aman, fark etmez. Hangisi olursa olsun.
Arkadaşımdan gelen bir soru: LSD hikâyenin büyük finali mi, yoksa gelecekte Cardiacs’tan başka müzikler de dinleyecek miyiz?
Hayır, son albüm değil. Sanırım elimizde iki albüm daha var, yakında onlar üstünde çalışmaya başlayacağız. Bu yolun sonu değil. Anlayacağın yakında sahnede hepimizi motorlu scooter’larda ya da tekerlekli sandalyelerde görebilirsiniz. (gülüyor)
Diyelim ki bundan 100 yıl sonra müzisyenlerin anısını onore eden bir tema parkındayız. Her sanatçı veya grubun kendine ait bir anıt taşı var, üstünde de şarkı sözlerinden biri yazıyor. Cardiacs’ın anıt taşında hangi şarkı sözünüz yazsın isterdin?
Vay. Beni gafil avladın. Bilmiyorum. İnan bilmiyorum, Deniz. (düşünüyor)
“That’s the way we all go” sanırım. Biraz kolaya kaçan bir seçim ama… Hadi onunla devam edelim.
Cardiacs’ın resmi sitesine şuradan, Bandcamp profiline şuradan göz atabilirsiniz.



