Hazırlayan: Tuğçe Yapıcı
İstanbul reggae sahnesinin yaklaşık bir buçuk senedir açık ara en çok dikkatimi çeken grubu Bosphoroots nihayet ilk EP’si “3 Azgın“ı dün itibarıyla yayınlamış bulunuyor. Aylar öncesinden sözünü aldığım bu ilk röportajı da sıcağı sıcağına yayınlamak istedik, çünkü belki kendilerini tanıyıp severseniz yarın akşam Kargart’ta Reggae Weekend kapsamında gerçekleşecek albüm tanıtım konserine de gelirsiniz. Hem gelirseniz nyahbinghi chant de izleyebilirsiniz. Nyahbinghi chant neymiş, 3 Azgın kimmiş, Bosphoroots’un hedefleri ve hayalleri nelermiş, reggae sahnesinde neler olup bitiyormuş, dönüp bakmayanlar neler kaçırıyormuş, Bosphoroots sessiz sedasız kimlere reggae’yi sevdiriyormuş ve neden yaptıkları işin eleştirilmesini istiyorlarmış, hepsini grubun gitarist ve vokalisti Koray Sürücü ile konuştuk.
Bosphoroots nasıl ve ne zaman bir araya geldi? Grup üyeleriyle reggae komünitesinde mi tanıştınız?
2014’ün başında ilk adımları attık diyebiliriz. Tabii o zamanlar Bosphoroots değildik. Ben, bas gitaristimiz Fırat ve gitaristimiz Utkan üniversiteden arkadaşız. İlk olarak onlarla paylaştım bir roots reggae grubu kurma fikrini, onlar da olumlu bakınca başlamış bulunduk. O süreçte şu an beraber çalmadığımız birkaç arkadaşımız da bizimleydi. 2014 ortalarında Sattas’tan Derya’nın bizi tanıştırmasıyla perküsyonistimiz ve aynı zamanda grubumuzun isim babası olan Murat abimiz aramıza katılmış oldu. 2014’ün sonuna kadar çok sık prova alarak ve reggae’yi beraberce yapmayı öğrenerek geçirdik diyebiliriz –ki hâlâ bu sürecin içerisindeyiz-. 2015 Ocak ayında Utkan’ın da çocukluk arkadaşı olan davulcumuz Yağız aramıza katıldı ve Bosphoroots olarak ilk sahnemizi aldık beraber. O yüzden de açıkçası biz 2015’in başında Bosphoroots olduk diyoruz. En son olarak da 2015 Nisan ayında klavyecimiz Yüce aramıza katıldı ve o zamandan beri mevcut kadromuz oluştu ve beraber devam ediyoruz.
Yani aslında ben ve Murat abi dışında reggae’ye yabancıydık. Şimdiye kadarki süreci gayet iyi geçirdiğimizi düşünüyorum. Şu an her birimizin reggae’yi bir yere kadar öğrendiğini ve daha da öğrenmeye açık olduğunu ve can attığını söyleyebilirim.
Sizleri daha önce başka projelerde görmüş müydük?
Ben, Utkan ve Fırat yakında görünür olacak “karaplato” adlı bir projede yer alıyoruz. Ayrıca Fırat “irtifakaybediyoruz” adlı çok güzel müzik yapan, çok da güzel insanlardan oluşan post-rock grubunda çalıyor. Yağız’ın da lise yıllarından beri devam ettiği bir rock grubu vardı. Yüce’nin de ayrıca Kerem Küçükay ile geçen sene Roxy Müzik Günleri’nde ikinci oldukları bir projeleri var. Murat abimizin de uzun yıllardır dahil olduğu irili ufaklı birçok proje olmuş.
İlk parçanız This is How I Want’ı geçen yaz yayınladınız, ekim ayında da parçaya eğlenceli bir video çektiniz. Videodaki tişörtlerin macerası kimin fikriydi?
En başından beri ilk şarkımıza video çekmek ve bunu da hiç klişelere bulaşmadan, kendi ellerimizle yapmak istiyorduk. Fırat’ın kardeşi Tayfun sinema okuyor ve çok orijinal fikirlere sahip biri olduğunu bildiğimizden kendisinden rica ettik. O da çok kısa sürede bir çok orijinal fikirle geldi. Hep beraber kafa kafaya verdik, hem kendi imkanlarımızla çekebileceğimizden hem de fikre bayıldığımızdan güle oynaya tişörtlü hikayeyi seçtik.
3 parçadan oluşan ilk EP’niz “3 Azgın”ın konseptinden bahseder misin?
Tabii. Tematik bir Ep diyoruz “3 Azgın” için, ama bunu müzikal anlamdan ziyade içerik için kullanıyoruz. İçerik dışında ise Ep’nin her bir parçasının müzikal olarak -köklerden ayrılmamaya dikkat ederek- içerisinde birbirinden farklı tarzlar barındırdığını söyleyebiliriz. This Is How I Want içerik olarak naif bir aşk şarkısıydı. “3 Azgın”da ise asıl yapmak istediğimiz şeyi yapmaya başladık sanırım. Her parçasında protest bir tutum var. Bunlar da tema olarak birbirine bir yönden bağlılar. Toplumumuzda -hele ki günümüzde- dinin, yani İslam’ın, yani İslam’ın teorik kaynağı olması gerekliliğinden de Kuran’ın –ona ister inanın, ister inanmayın- sosyolojik olarak başat bir etkisi olduğunu ve bunu dikkate almak gerektiğini düşünüyorum. Fakat baktığımızda kendine müslüman diyen bir zümre, ki uzun zamandır da bize hükmetmeye meyletmiş bu zümre, kaynak olarak görmesi gerektiği kitap olan Kuran’dan çok, bin yıldır yerleşmiş dogmatik bir geleneğe bağlı ve bunu da kendisine din yapmış. Öyle ki, kaynakları olması gereken kitabın eleştiri yağmuruna tuttuğu bütün davranışları da yine bu zümrenin gerçekleştirdiğini görüyorum. Kuran bir teori ise, gördüğümüz kadarıyla pratikleri teoriyle örtüşmüyor. Akla sığmaz, biraz da trajikomik bir çelişki.
Dediğim gibi inanmak ya da inanmamak meselesinden ziyade, toplumda başat bir etkiye sahip olan din olgusunu önemsedik bu EP’de. Roots Reggae’de de Rastafaryan etkisinden dolayı farklı da olsa konu olarak bir teoloji hakim bildiğin gibi. Eski Ahit’e Pan-afrikanizm temelinde bir yorum getiriyorlar. Biz de İslam için yeni bir yorum getiriyoruz ya da İslami reggae yapıyoruz gibi bir yanlış anlaşılma sakın olmasın. Biz sadece “3 Azgın”da tema olarak, toplumda büyük önemi olan din olgusunu ele aldık ve Kuran’da yer alan belli metaforlar üzerinden gördüğümüz çelişkileri ifşa etmeye çalıştık.
3 Azgın kim peki?
Azgın, Kuran’da geçen bir tabir; genel olarak kötücül tavır sergileyen, bozgunculuk çıkaran ve doğal olandan sapana Kuran’ın yakıştırdığı bir tabir. Bir de azgınların azgınları olarak Kuran’ın önümüze sunduğu figürler var. Kuran’da bu, Eski Mısır’daki yapı üzerinden bir metaforla anlatılıyor. Bu figürler de Firavun, Karun ve Haman olarak geçiyor. Firavun, mutlak hakimiyeti ve iktidarı elinde tutmak istemesinden ve bu yolda hiçbir insani değeri tanımazlığından despotizmi temsil ediyor. Karun, sermayeyi elinde bulunduran ve sürekli onu biriktiren kesimi temsil ediyor. Haman ise dini kullanarak ya da kutsalın yeryüzündeki temsili iddiasını ortaya atarak kitleleri kendi menfaati için kullanan, bir nevi dini afyon olarak kullanan kesimi simgeliyor.
Konserlerde kendi parçalarınız dışında roots ve dub cover’ları da yapıyorsunuz, repertuvarda neler var?
Son 1 yıl içerisinde repertuvarı bir hayli genişlettik diyebilirim. Bob Marley, Israel Vibration, Gladiators, Max Romeo, The Wailing Souls, Ini Kamoze, The Abyssinnians ve Professor gibi büyük isimlerin şarkılarını cover’lıyoruz. Son zamanlarda New Roots’tan da etkilenmeye başladık sanırım, Chronixx ve Jesse Royal gibi isimlerden de cover’lar yapıyoruz. Eskilerden ve yenilerden sevdiğimiz şarkıları cover’lamaya devam edeceğiz, ama mesela reggae dışında, “reggae versiyonu da ne güzel olur” diyeceğimiz şarkıları da cover’lamayı düşünüyoruz. Hatta ilk denememiz Muse’dan Uprising olabilir. Türkçe olarak da eski babalardan bir şeyler düşünüyoruz. Bakalım artık göreceğiz nasıl olacaklarını ama düşünmesi bile keyifli geliyor.
Bir reggae grubu olarak konser verebilecek mekan bulmanın çok kolay olmadığını biliyoruz, yalnızca reggae’ye odaklanan bir festival olmadığı sürece açık hava festivallerinde de reggae gruplarının kendilerine yer bulması oldukça güç. Genellikle hangi mekanlarda izleyebiliriz sizi, yaz için bir açık hava festivali var mı görünürde?
Evet, ne yazık ki böyle bir durum var. Bundan biz de çok muzdaribiz, fakat zamanla bunun değişeceğini düşünüyoruz. Mayıs ayıyla beraber İstanbul’da sezon kapanıyor diyebiliriz ama genellikle bizi Nayah’ta izleyebilirsiniz. Son zamanlarda da Kadıköy’e sıkça gelmeye başladık ki bundan çok memnunuz, Woodstock’ta çıktık ve devam edeceğiz gibi duruyor. Yine Kadıköy’de Reggaefest kapsamında iki kere Dorock XL’ta yer aldık, umarız o da devam edecektir. 13 Mayıs’ta da yine Reggae Weekend kapsamında Karga’da olacağız. Ayrıca Ankara’da iki kere konser verme fırsatı bulduk, çok keyifliydi bizim için. Şehir dışı konserlerine başka şehirleri de katarak devam etmek istiyoruz. Onun dışında henüz kesinleşmese de bir ya da iki üniversitenin bahar şenliğinde yer alacağız gibi duruyor. Yazın da güneye gitmek gibi bir düşüncemiz var fakat o da henüz kesinleşmiş değil.
Sık sık konser vermeye çalıştığınızı gözlemliyorum, “ne kadar çok çalsak o kadar iyi” anlayışı aslında “reggae ile tanışsa sevebilecek” dinleyiciye ulaşmak bakımından da önem taşıyor. Birilerine reggae’yi sevdirmeye başladınız mı?
Elimizden geldiğince fazla sahne almayı istedik bu zamana kadar ve hâlâ da istiyoruz. Bazen bazı tavizler vererek de bunu yaptık. Çok önemsiyoruz sahnede olmayı, hem yaratılan müziğin “biricikliği” açısından, hem pozitif titreşimi izleyiciyle birlikte doyasıya paylaşabildiğimizden, hem de sahnede pişmenin en sağlıklı yol olduğunu düşündüğümüzden.
Reggae’yi birilerine sevdirdiğimize dair de birkaç örneğimiz var, ki bu bizi çok mutlu ediyor. Son Woodstock konserinde yaşadığımız bir örneği verebilirim. Konser sonrası 40 yaşlarında bir abimiz beni çevirdi ve reggae’yi hiç sevmediği halde biraz da arkadaşlarının zoruyla Nayah’a geldiklerini ve sahnede bizi gördüğünü söyledi. Bizi izledikten sonra reggae’ye olan yargısının değiştiğini ve o zamandan beri de konserlerimize gelmeye başladığını söyledi. Çok güzel bir şey bizim için bunları duymak. Biraz utandırıyor bizi alışık olmadığımızdan belki ama insanlara ulaşabildiğimizi göstermesi açısından da inanılmaz mutlu ediyor.
Türkiye’de reggae müzik yapmanın mekan bulmaktan başka ne gibi zorlukları var peki? Alternatif yayınlar da reggae’ye bir hayli mesafeli duruyor.
Aslında bahsettiğin mekan bulma zorluğunun kaynağında yatan en büyük sorun sanırım reggae’nin hâlâ Türkiye’de tam olarak bilinmiyor oluşu. Bunun için dinleyiciyi suçlamanın anlamsız olduğunu düşünüyoruz. Bizce iğneyi de çuvaldızı da önce kendimize batırmalıyız. Türkiye için bizler aslında bir anlamda bizden önce var olan büyüklerimiz gibi reggae elçileri olmalıyız. Biz inanıyoruz ki bu kültürü güzel anlatırsak, bu müziği güzel icra edersek, reggae zaten gerektiği yerde olacaktır. Çünkü Türkiye gibi bir ülkenin ihtiyacı var bu müziğe bizce.
Alternatif yayınlara da sadece şunu diyebiliriz: Biraz bu tarafa da baksınlar, tıpkı senin yaptığın gibi. Bizler de alternatifiz.
Hem rastafaryanizm etkisi hem de küçük bir çevre olmanın gerekliliği olarak bağımsız müzik sahnesinde en takdire şayan dayanışma ve kolektivizmi reggae komünitesinde gözlemliyorum. Son senelerde reggae’nin yükselişi, sayıları artan reggae grupları ile etkinlikleri de bir bakıma bu tavrın meyveleri sayılabilir. Bu açıdan ülkemizdeki bağımsız müzik sahnesinin reggae komünitesinden öğreneceği çok şey olduğuna inanıyorum.
Reggae’nin doğasında var bu. Dominant, emperyal babylon kültürü karşısında reggae’nin bir “karşı kültür” olarak yer almasının en büyük nedeni de babylon’un bireyciliğinin aksine rastafaryan kültürün kolektivizm anlayışı üzerinde olması. Beton Orman bu konuda ortak çatımızı oluşturur durumda. Dediğin gibi bir çok reggae grubu oluşmaya başladı. Birbirinden farklı olmaları da işin güzelliği bir yandan. Birbirimize desteğe de açık görünüyoruz şu an için. Bu çok güzel bir şey, ama biraz daha bir araya gelmemiz, kendi özlüklerimizi kaybetmeden beraber daha fazla şey yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bu konuda umutluyuz, gelecek parıldıyor Türkiye’de reggae için.
Özellikle Sattas kendi ardından gelecek reggae grupları için gerçek anlamda yol açtı. Öncesinde de bir hayli aktiflerdi ama 2012’de albümleri yayınlandığından beri bol sayıda konser vererek, her türden festival ve mekanda, farklı şehirlerde çalarak, kendilerine ana akım medyada da yer bularak Türkiye’deki dinleyiciyi reggae ile tanıştırma misyonunu üstlendiler desek yanlış olmaz. Dinleyicinin kulağını reggae’ye alıştırıyorlar, yeni gruplara reggae müzik yapmaları için cesaret veriyorlar ve reggae’nin farklı sahnelerde kendisine yer bulmasına zemin hazırlıyorlar. Bu konuda başlattıkları değişimin faydalarını yakın gelecekte daha net göreceğimizi zannediyorum.
Kesinlikle katılıyorum. Az önce de bahsettiğim reggae’nin Türkiye’de bilinmesi açısından Sattas’ın en büyük icraatı yaptığına inanıyoruz. Reggae coğrafyamıza önceden de geldi, yıllardır bunun için uğraşan bir dolu güzel insan var. Ama Sattas’ın yaptığı işle birlikte reggae, Türkiye’de yadsınamaz derecede görünürlük kazandı. Gönül rahatlığıyla söyleriz -ki diğer reggae gruplarının da kabul edeceğine inanarak- Sattas’ın çabaları hepimize cesaret verdi.
5 Aralık’ta COOP’ta düzenlenen Rewind & Reload adlı büyük Beton Orman buluşmasında bir nyahbinghi chant gerçekleşmişti, hatta o gün yine senden öğrendiğime göre Türkiye’de gerçekleşen ilk nyahbinghi chant’miş bu. Nedir nyahbinghi chant, bilmeyenler için anlatır mısın? Bir de tabii sizin için nasıl bir deneyimdi o gece yaşanan?
Eksiksiz anlatabilmek haddime değil diyerek başlayayım. Nyahbinghi chant için kısaca Rastaların ayinidir diyebiliriz. Afrika kökenli davul ritimlerinin eşliğinde Zebur’dan ve Hristiyan ilahilerinden pasajların okunduğu, ‘Jah otu’nun içilip medite olunarak Jah’ya yakınlaşıldığı ve O’na şükranların sunulduğu ‘Groundation’ denilen oturumlarda söylenen ilahiler bir nevi… Vurmalılar çok önemli tabii nyahbinghi chant’lerde. Thunder denilen bass vurmalı, Funde denilen kalp atışını veren orta vurmalı ve Repeater ya da Keteh diye adlandırılan, özgürlüğü temsil eden en küçük vurmalıdan oluşuyor.
Bir ilk olması başlı başına çok güzeldi bizce. Biraz ses sisteminden dolayı talihsizlik yaşamıştık ama ona rağmen çok güzeldi, bir ara kendimi Jamaika’da Blue Mountains’da bir ‘Groundation’ ayininde gibi hissetmedim desem yalan olur. Ayrıca çok değerliydi reggae içindeki dayanışmayı göstermesi açısından, ki 3 gruptan temsilcileri, bir selektayı ve bir mc’yi içeriyordu: Sattas’tan Derya, Komik Günler’den Eren, Bosphoroots’tan ben ve Murat abi, Selekta Genjah ve Da Frogg.
13-14 Mayıs’ta Kargart’ta sizin de sahne alacağınız bir Reggae Weekend bizi bekliyor. Orada da bir nyahbinghi chant gerçekleşeceğini duyduk, geçen seferkine göre ne farkı olur?
Bence çok daha derli toplu bir şey çıkacaktır bu sefer. Hem biraz tecrübeli olduk artık, hem de bu sefer bas gitar ile de güçlendireceğiz. İlkinden daha olgun bir chant yapacağımızı düşünüyorum.
Biraz da hayal kuralım. Uluslararası isimler dahil olmak üzere istediğin herkesi davet edebileceğin açık hava bir reggae festivali düzenleme şansın olsaydı line-up nasıl olurdu?
Aslında çok zor soru. Buna bütçemiz elvermez sanırım ama hayal kuruyoruz madem geniş tutalım hayali. Kesinlikle headliner olarak Bob Marley & The Wailers. Burning Spear, Dennis Brown, Peter Tosh, Culture, Groundation, Israel Vibration, Misty in Roots, yenilerden de Protoje, Jesse Royal ve Chronixx derim sanırım.
Bosphoroots’un uzun vadeli hedeflerinde neler var? Bu soruyu yanıtlarken gerçekçi olman da şart değil, hayallerinizde neler var?
Ben yine de gerçekçi olmakla hayal kurmak arası bir yol izleyeyim. Öncelikle kesinlikle elimizden geldiğince grupça müzikal olarak gelişmek, reggae’yi gerektiği gibi güzel yapabilmek. Aslında 2017 yazında Avrupa’da bir reggae festivalinde yer alma hayalimiz var. Çokça zor olduğunu biliyoruz, ama bu hedef üzerinde çalışmaya devam edersek, başaramasak bile çokça gelişeceğimizi biliyoruz. Onun dışında uzun vadede yaptığımız işin samimiyetle hakkını vermek istiyoruz. Yıllar sonra arkamıza baktığımızda “güzel işler yaptık, yapıyoruz” diyebilmeyi, bu konuda tatmin olmayı ve önemsediğimiz insanlardan “bu çocuklar bu işi çok iyi yapıyorlar”ı duymayı çok istiyoruz.
Peki yakın dönem planlarınız neler? 13 Mayıs’ta Kargart’ta Reggae Weekend kapsamında albüm tanıtım konseriniz olacak, yaz aylarında konserler devam edecek mi?
Karga’da yapacağımız etkinliği lansman olarak görüyoruz, diğer taraftan zaten çokça konserimizde EP’mizi halihazırda çaldık diyebiliriz. EP yayınlandıktan sonra ilk çalacağımız yer de Karga olacak.
Geçen yaz ara vermiştik, bu yaz ara vermeyi düşünmüyoruz. Elimizden geldiğince çok konser verebilmeyi istiyoruz. Güneye gitme gibi planlarımız var ama şu an kesinleşmiş bir şey yok. Yakın zamanda onlar da belli olur sanırım. Sosyal medyadan zaten duyururuz belli olur olmaz.
Geçen gün sohbet ederken bana söylediğin “Keşke albüm yayınlanınca olumsuz eleştiriler yağsa, çok güzel olmaz mı?” sözünü çok değerli buluyorum. Eleştirmenlerin sevilmeyen figürler olması sanat dalları arasında yalnızca müziğe veya ülkemize özgü bir durum olmasa da bu topraklarda herhangi bir işe dair mikro boyutlardaki yapıcı eleştiriler bile saldırı olarak algılanıp kişisel ego savaşına dönüştürülürken sen neden yaptığınız işin eleştirilmesini istiyorsun?
Açıkçası biz ne yaptığımızı ve ne olduğumuzu biliyoruz. Bunu üstenci bir şekilde kibirle söylemiyorum. Öz sorgulamaya çok önem veriyoruz. Gelişebilmemiz için en önemli unsurun da bu olduğunu düşünüyoruz. Belli başlı eksiklerimizi biliyoruz. Hatta EP’mizin de eksiklerinin olduğunun şu an bile farkındayız. “O zaman niye bu EP’yi çıkarıyorsunuz?” gibi bir soru da gelebilir ki mantıklı da bir soru olur. Ama mükemmel olmayı beklersek sanırım hiç üretim yapmamalıyız. Bu bir gelişim süreci biraz da… Bir estetik üretimde bulunduk ve bunun eleştirilmesi, kendimizi geliştirebilmemiz için gerekli bir şey. Bu eleştiri olumlu olursa motivasyonumuzu artırır, fakat biliyoruz ki en gerçekçi eleştiriler de olumsuz eleştirilerdir. Tabii bu, salt eleştiri yapmak adına bir olumsuz eleştiriyse, bu eleştiren kişinin sorunlu olduğunu gösterir. Ama samimiyetle yapılan -senin de bahsettiğin gibi- yapıcı eleştiriler ise onlar, bizim farkında olmadığımız eksiklerimizi de gösterebilme potansiyeli olduğundan içtenlikle kabulümüzdür. Bir de hiç eleştiri alamamak var, ki kâle alınmadığımızı gösterir, o zaman çok üzülürüz. Umarım bolca yapıcı eleştiriyle karşılaşırız.