Dün yine geçmişimin hayaletleri rüyama girdi. Büyük bir tahribatla uyandım. Uyumadım sonra. Alt alta üst üste burun buruna gördüm vücutlarımızı. Bir ara bir kâbusum vardı. İnanılmaz sarhoşum rüyamda. Biri var, kim veya ne olduğu belli değil. Onla da alt alta üst üsteyiz fakat burun buruna değil. Yüzünü göremiyorum. Dur diye bağırıyorum ona, dinlemiyor beni. Yerde olduğumu biliyorum, hissediyorum. Yatağın yumuşak yüzeyini avuçluyorum sonra, kaldıramıyorum kendimi. Devam ediyoruz böyle. Kafam yatak başlığına çarpmaktan kanayana kadar devam ediyoruz. Ben hala sağımı solumu seçemiyorum ama. Hatta daha fazla seçemiyorum gözümün önüne gelen kandan.
Sonra bir açıklık yaşanıyor bir an. Her şey hizaya diziliyor, her şey mantıklı oluyor. Ben, sen, yatak, o gece; tam kelimelere döküp bağıracağım ne olduğunu döngümden kurtulmak için, dilimin ucunda adeta. Ama sonra uyanıyorum. En az 15 kere görmüştüm bu rüyayı senle uyumaya başlamadan önce. Şimdi sen rüyalarıma giriyorsun sabahları beni yalnız bırakmak için. Kahvemi koyup dizlerimi avuçluyorum. Şarkılarını sessizce mırıldanıyorum kendi kendime. Kafamın içinde bir ben var. O kadar mutlu, o kadar huzurlu ki. Küçük bir kutuya hapsettim onu, diğer tüm anılarımdan uzakta yaşıyor. Geri kalan her şey darmadağınık; üstünden kalın kalın botlar geçmiş çiğnenmiş, erimiş, büzülmüş. Kimse kalmamış geriye kalanlardan, telefonlara çıkmazlar, sokakta görsem selamımı almazlar.
Acısına alışıyor insan böyle şeylerin, kahvesini yudumlarken gözünün önüne gelen mekanları, insanları, içini sızlatsa da defedebiliyor. Fakat senle ben o küçük kutuda yaşıyoruz. Daha derinlere gömülmüşüz, gelmiyor zaten gözümün önüne, rüyalarımda beni avlıyor. Başka hiçbir pislik kafamdaki dokunamıyor bize. Alt alta, üst üste, burun burunayız. Ben hâlâ mutluyum orda.