Bu yılı Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum eylemleriyle açtık. Hala devam eden eylemler öğrencilerin çığlıklarında derin anlamlar taşıyor. Eylem, isyan, karşı çıkış, asilik; bunları duyduğu zaman tüyleri diken diken olan insanlar var. Hatta kimseyi ayırmayacağım bu noktada, hepimizin tüyleri diken diken eden bir şeyler var bu kelimelerde. Peki neden? İçinde olduğumuz düzene çok mu uygunuz? Çok mu aitiz? Çok mu kendimiziz? Buna herkes adına cevap vermeyeceğim, bunun yerine bir film üzerinden “eylem” kelimesinin zihinlerimizdeki anlamını aramak istiyorum. Filmimiz Matthew Warchus’un İngiltere yapımı Pride (Onur) filmi.
Pride filminde başta birbirlerini tanımayan iki kimlik grubunun eylemlerinin karşılaşmalarını ve bu karşılaşmanın dayanışmaya evrilişini görüyoruz. Film “pride and self-respect” (onur ve öz saygı) diyen Thatcher’i küçük bir televizyonda görmemizin ardından televizyonu kapatıp onur yürüyüşü için yola çıkan kişileri göstererek başlıyor. Buradan iktidarın altını boşaltırcasına kullandığı bu kelimeler için verilen kavgaların hikayesini dinleyeceğimizi anlıyoruz. Kimliklerinin hakarete uğramasına karşı çıkan, kimliklerine saldırılan kişiler o televizyonu kapatıp omuz omuza yürüyüşe giderek onurun anlamını hep beraber yeniden hatırlatıyorlar adeta. Devamında da onurlu mücadelelerini madencilere destek vererek artırma kararı alıp, kendileri için çok tanıdık olan bir olguyu şiddeti yaşayan madencilerin yanına gidiyorlar desteğe. Atılan bu ilk adımın başta madenciler tarafından pek de sevgiyle karşılanmadığını görsek de film bu iki grubun tanış olmalarıyla gelen dayanışmayı anlatmakta oldukça başarılı.
Bazen kendi amaçlarımız için kavga verirken diğerlerini göremiyoruz çünkü bize yapılan haksızlıklar günün sonunda canımızı o kadar yakmış oluyor ki başımız bir başkasını çığlığını kaldıramıyor, hele ki o başkası da bize acı çektirenlerden biriyse. Filmde madencilere destek verme fikri bu sebeple sıcak karşılanmadı grubun çoğunluğu tarafından. Bunun haklı bir reddediş olduğunu söylememize gerek yok elbette, çünkü filmin ilerleyen anlarında hayatlarının her alanında daima yaşadıkları hakareti, ötekileştirmeyi ve şiddeti benzer şekillerde madencilerden de gördüklerine şahit oluyoruz. Film bunları tanışmıyor olmalarına verip dayanışmanın güçlendirici yanının ötesinde dayanışmanın dönüştürücü de olabileceğini hatırlatıyor.
Onur Yürüyüşü’yle başlayan film yine bir Onur Yürüyüşü’yle bitiyor. Son sahne dönemin baskısını gösterircesine ve hatta belki bizlere bir şey hatırlatırcasına bir tartışmayla açılıyor: Eylemde politikanın yasak olması. Bir grup pankartlarından ve sloganlarından vazgeçmek istemiyorken bir grup orta yolcu olmanın gerekliliğini savunuyor, ama tartışma hiçbir tarafın kazanmamasıyla kapanıyor. Nasıl mı? Bütün yıl boyunca LGBTİ+’ların desteğini gören maden işçilerinin gelişiyle.
Kimlikleri için yıllarca onurla yürümüş insanların yürüyüşlerinde en ön sırayı alarak yürüyen madencilerin dayanışması çok şey anlatıyor, tüylerimizi diken diken ediyor ve belki de umut veriyor. Bitirirken söylemek istediğim bir şey var. Yazım spoiler sevmeyen insanları çok rahatsız etmiş olabilir bütün bu bilgilerle ama filmlerin nasıl bittiği değil o bitime nasıl gelindiğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir tanışma hikayesi olduğunu düşündüğüm bu film de bunun için iyi bir örnek bence, bu tanışmanın nasıl yaşandığını bilmezsek sonunda beraber yürüdüklerinin bir önemi kalmıyor zaten. Çünkü tanışmak böyle bir şey. Belki biz de birilerini tanımaya açık oluruz ve belki bugün yaşadıklarımız o birilerini tanımamız için bir şans olur ve ben de bundan on yıl sonra dönüp bu yazıma baktığımda on yıl önceden geleceğin spoilerini vermiş olduğumu görürüm. Ama dediğim gibi bu bir spoilersa bile bu on yılı ya da on beş yirmi yılı yaşamak istiyorum, yaşayarak görmek ve gelecek bir dayanışmanın hikayesindeki bir öznelerden birisi olmak.