Oyun İçinde Oyun

Müziklerin bir amacı var mıdır? diye sormak mantıksız gelebilir belki. Filmler, diziler, hatta etkin olması için özellikle müzikle beslenen reklamlar bu sorunun cevabını çoğu zaman çok iyi verir. Vanilla Sky’ın Radiohead ile açılmasının nasıl bir sebebi varsa, Breaking Bad’in Baby Blue ile bitmesinin de bir sebebi ve amacı var. Kullanım alanı görsel sanatlar olan müziklerin bıraktığı etkiler, bazen işin kendisinden bile öteye gidebilir. Jet Li oynadığı için Unleashed’e burun kıvırırken, Massive Attack’ın harika konseptteki albümü Danny The Dog’u durmadan dinlemek gibi. Veya Fink’ten “Yesterday Was Hard On Us” videosunun altına “House izledikten sonra gelenler?” yorumları da buna çok güzel örnektir.

Oyunlar ise tüm bunların birleşimi aslında. Çünkü karşınızdaki hikayeyi sadece izlemiyor, ona dahil oluyor ve yön veriyorsunuz. Attığınız her adımda verdiğiniz kararların sonuçlarına katlanıyor ve bir sonraki sahnede ne olacağını merak ediyorsunuz. İşte o anda kulaklarınızda harika tınılarla süslenmiş o melodileri duyuyorsunuz. Korku, huzur, pişmanlık, özlem…ölümlü olmanın getirmiş olduğu tüm duyguları size yaşatabilen bu melodiler, zaman zaman bilgisayarınızın ekranından ziyade sürekli yanınızda taşıdığınız bir anı olarak kalıyor. Her dinleyişinizde, o oyunu tekrar oynuyor gibi heyecanlanıp, bir başlangıç ve sonu olan “oyun” denen maceranın bıraktığı ve bırakmaya devam edeceği etkiye şaşırmaktan başka seçeneğiniz kalmıyor.

Tıpkı isimsiz gezginlerin, sadece yanlarında oldukları için güvendikleri yoldaşları ile gerçeğin peşinde oldukları Journey gibi. Oyunların sanat olduğunu noter onaylı kanıtlar niteliğindeki benzersizliği ile, bir oyundan çok unutulmaz bir tecrübe olarak akıllarda yerini aldı. Bazen ihtiyacınız olan sadece bir yol arkadaşıdır, Journey ise en iyi dostunuz olacak kadar yakın.

Ya da unutulmuş metal yığınlar arasında tek istediği yaşamaya devam etmek olan robotun hikayesinin anlatıldığı Machinarium. İçindeki kelebekleri görebileceğiniz kadar şeffaf bir kişiliği ve yolcuğu olan, sizi her daim arka planda çalan harika şarkılar ile daha fazla içine çeken ve türünün belki de tek örneği olan kusurusuz bir iş.

Belki de aradığı prensesin başka bir kalede olduğunu öğrenmesi ile ütüsüz pantolonu ve üstüne büyük gelen ceketi ile zamanın kollarına kendini bırakan Braid’dir ihtiyacınız olan. Her masalda olduğu gibi kötünün kazanmak için elinden geleni yaptığı bu yolculukta, gerçek kötünün aslında kendiniz olduğunu anladığınız zaman, neden Braid’in 2 boyulu bir Mario klonundan çok daha fazla olduğunu anlayacaksınız.

Gece ise korktuğunuz, Oblivion’da tek dostunuz olacaktır. Öyle bir oyun düşünün ki, istediğiniz bir tepeye çıkarak, gökyüzündeki binlerce yıldızı izlerken arkada çalan harika Jeremy Soule melodileri ile ekranınıza öylece bakakalıyorsunuz. Evet, belki de dünyanın kaderi sizin elinizde ama biraz nefeslenip, geceyi dinlemenin kime zararı var?

Peki ya ihtiyacınız olan tek şey eviniz ise?. Orada, dostlarınız ile birlikte eğlenip, nehre karşı ayaklarınızı uzatırken, her biri birinden harika hayvanların fotoğraflarını çekmek. İyi ve Kötü arasında karar vermek zorunda kaldığınız anlarda bile sizi bir an yalnız bırakmayan harika müzikleri ile Beyond Good and Evil, en çok zaman ayıracağınız şarkıları bir bir suratınıza fırlatıyor olacak.

Ancak karanlık çöktüğünde ve sadece düşüncelerinizi duyacak kadar yalnız kaldığınızda, sizi gölgelere daha fazla çekecek bu müziği duyabilirsiniz. Çoğu zaman insanın kendisinin, düşmanlarından daha tehlikeli olduğunu kanıtlayan bir oyun Hellblade: Senua’s Sacrifice. Deliliğin ve gerçekliğin ince çizgisinde, kaybettikleriniz için ne kadar ileri gidebileceğinize şaşıracaksınız.

Peki ya sizin kararlarınız yüzünden kaybettikleriniz? Omuz omuza savaşıp, insanlığın kurtuluşu için kendinizden bile fazla güvendiğiniz kişilerin tek tek, gözlerinizin önünde ölüşünü nasıl kaldıracaksınız? Mass Effect evreni, anlattığı hikayeler ve oyuncuların hayatına kattığı karakterler ile her zaman hatırlanacak klasiklerden biri.

Bu ilk yazımı bitirirken aslında bunun daha başlangıç olduğunu söylemek isterim. Çünkü şu anda içine girmiş olduğunuz dünya (ilk kez gelenler için konuşursak), sizi insan yapan her duyunuza öncü olacak seçeneklere sahip eşsiz bir havuz. Her bir programda farklı bir konsepti size tanıtarak, müziğin evrenselliğinde oyun dünyasının da ne kadar büyük olduğunu anlatmaya çalışacağım. O zaman son sahneyi üstat José González ve geçmişini geride bıraksa da yaptıklarını bırakamayan John Marston’a emanet edelim.

Sevgiyle.