İlk Albümler: Joy Division

İngiliz post-punk grubu Joy Division’ın 79 tarihli ilk albümü Unknown Pleasures’dan bahsetmeden önce şüphesiz 60’lardan 70’lerin sonuna dek gelen müzikal süreci biraz irdelemek gerekiyor. Post-punk en temel haliyle isminden de anlaşılacağı üzere punk sonrası anlamına gelen bir terim. Peki punk nasıl çıktı ortaya? Bunun için de kuşkusuz protopunk terimine kulak kabartmak gerekecek. Bu ise punk’ın olgunlaşmamış veya ilkel zamanları anlamına geliyor. Tabii ki müzikal türleri direkt bir etkileşim içinde göstermek oldukça kolaya kaçmak olarak görülebilir fakat bir müziğin arkasında onlarca farklı etkilenim olabileceği düşünülürse bunu en basit ve kısa şekilde anlatmak için birtakım doğrudan etkilenim noktaları belirlemek gerekiyor.

60’lara bakarsak punk’ın birçok olgunlaşmamış örneğini görebiliriz. Proto-punk’ın 60’lardan 70’lerin ortasına kadar punk ile yer altından bağlantı kurduğu söylenebilir. Öyle ki 60’lar rock’n roll, blues rock, psychedelic rock gibi türlerin ön planda olduğu bir dönemdi. Öte yandan yer altında birtakım çalkalanmalar yaşanıyordu. Yer altında bir fay oluşmuştu fakat daha deprem yaratmak için vakit vardı. İlk fayı yaratanlardan The Velvet Underground 67’de ilk albümünü çıkardığında 5 yılda anca 30,000 adet satabilmişti. Fakat albümün etkisini anlatmak isteyen Brian Eno 82 yılındaki bir röportajda “o albümü alan herkes gidip kendi grubunu kurdu” diye bir cümle kurmuştur. [1]

Punk’ın kökü diyebileceğimiz garage rock grupları ise fayın etkisini artırsalar da yeryüzünde en ufak bir hissiyat yaratamıyordu. Iggy Pop’un önderliğindeki The Stooges birbirinden vahşi, çiğ albümler çıkarıyor fakat çok düşük satış rakamlarına ulaşıyordu. Son albümde David Bowie’nin yönlendirmeleri bile faydasız kalıyor sonunda grup dağılıyor. Iggy, Bowie’nin yanına Berlin’e gidip onun yardımıyla Alman ekspresyonist etkilenimi içinde solo albümler çıkarıp isim yapabiliyordu. (Erich Heckel’in Roquairol’ü ile Heroes ve Idiot albüm kapaklarına bakılması bahsettiğim duruma yerinde bir örnek olacaktır) 60’ların ortasından sonra The Sonics, mc5, The Seeds gibi gruplar ise pscyhedelic rock furyası altında çoktan unutulmaya yüz tutmuştu. İlk dönemleri garage rock ile ilişki kurulabilecek mod The Who çevresindeki gidişata uyup müziğini hard rock, progressive rock gibi türlere kaydırmıştı. 60’ların sonunda İngiltere’de ortaya çıkan progressive rock ise 70’lerin ortasına kadar özellikle İngiltere’de piyasayı domine etmişti.

70’ler ortasında Amerika’da New York Dolls, Patti Smith gibi aykırı isimler çıksa da, İngiltere birkaç yıl sonrasında birden patlayacak, kaos yaratacaktır. İşçi grevlerlerinin yoğun olduğu, II. Dünya savaşı dönemi faşist fikirlerin yeniden ortaya çıktığı oldukça kaotik bir dönem geçirmekte olan İngiltere’nin ideoloji tabanlı bir müzikle alev alması kaçınılmazdır. En büyük isyanlar en büyük suskunluklardan sonra gelir, depremler gibidir. Birden, kestirilemeden, aniden olur biter fakat etkisi uzun sürelidir. İngiltere’de de öyle olmuştur. Aynı dönemlerde Amerika’da Ramones, Talking Heads, Television, Devo, Modern Lovers gibi gruplar adadan bağımsız kendi topraklarında takılıp ilk albümlerini yayınlarken, İngiltere’de müzik aracılığıyla oldukça büyük, politik bir patlama meydana gelmiş, kan gövdeyi götürmüştür. Fantastik öyküler anlatan progressive rock’tan, hard rock balladlarından, solo romantizmi içeren blues sololarından, naif huzur dolu folk parçalardan sıkılan İngiliz genci gerçekçi ve söylemek istediklerini doğrudan iletecek bir müziğe ihtiyaç duymuştur. Kendi hayalleri içinde dünyanın barışından bahseden insanlar yerine, dünyanın gerçekliğini kabul edip, bunu yıkmak isteyenler gençler vardır. Punk, İngiltere’de böyle patlamıştır. Sex Pistols’ın başlattığı bu patlama müzikle sınırlı kalmayıp politikadan, görsel sanata; edebiyattan modaya kendi söylemini getirmiştir. İngiltere’de yeni bir müzikten öte minimal, anti-otoriter yeni bir alt-kültür doğmuştur. İngiltere’de Sex Pistols, Clash, Buzzcocks, Wire gibi grupların başını çektiği punk müzik büyük bir heyecan dalgası yaratmıştır. İngiltere’de yaşanan son büyük patlama olduğu söylenebilir. The Who’dan Pete Townsend punk patlaması için “Korkmuştuk, resmen Fransız İhtilali gibiydi. Hepimiz giyotine gideceğimizi düşünüyorduk” demiştir.

İşte Sex Pistols’ın yarattığı bu heyecan dalgası punk’ın tüm tarihini içine alıp farklı bir yönelim içeren post-punk’ı doğurmuştur. Post-punk, Sex Pistols’ın yarattığı hamlığı ve çiğliği alıp bunu dub, disko, proto-punk gibi ögelerle birleştirerek avangart ve karanlık bir atmosfer yaratacaktır. Sex Pistols’ın yarattığı anarşist punk yavaştan yer altına giderken, post-punk denilen bu ilginç, politikadan uzak olduğu kadar edebi, duygusal, sanatsal oluşum ortaya çıkacaktır. Bu oluşuma kayıtsız kalmak o zamanki rock/punk dinleyicileri ve özellikle müzisyenleri için çok zor olacaktır. Öyle ki, Sex Pistols’dan Johnny Rotten, Public Image Ltd. adlı bir post-punk grubu kurup deneysel post-punk albümleri çıkarırken, Wire da bu eğilime kapılıp iyice post-punk’ın karanlık avangart sularına girecektir. İşte böyle bir ortamda adada bir taraftan Joy Division, The Fall, Gang of Four, Bauhaus gibi gruplar öne çıkmıştır. The Fall ismini Albert Camus’nün kitabından alırken, Gang of Four, Çin Komunist Partisi grubundan, Bauhaus Alman sanat akımından, Joy Division ise House of Dolls adlı bir romanda bahsi geçen nazi kampında seks kölesi yapılan yahudi kadınların bölgesinden almaktadır. (Joy Division’ın adı ilk başta Warsaw’dır. David Bowie’nin ambient etkili Low albümündeki bir şarkıdır) 70’lerin sonuna gelindiğinde birçok grup punk denilen hadiseyi oldukça entelektüel bir bakış açısıyla yorumlarken, Joy Division en karanlık, en edebi ve ham formunu sunduğu Unknown Pleasures’ı çıkaracaktır. (Burada bir parantez açmak gerekir ki ne Joy Division ilk post-punk grubudur, ne de Unknown Pleasures ilk post-punk albümüdür. Öncesinde geleneksel punk çizgisinden uzakta birçok çalışma vardır). Unknown Pleasures için sadece ham ve karanlık demek çok basit kalacak. Post-punk’ın değerini ortaya çıkarmış, birçok insana müziğin karanlık tarafını tattırarak grup kurdurmuş, tarihin en kült albümlerindendir. Alternative rock, 80’ler synthpop veya post-punk revival’ın açtğı yoldan ilerleyen birçok yeni dönem indie rock’ın başucu albümüdür. Son birkaç yıldır Türkiye’de birçok insanda albüm kapağını özellikle tişörtlerde ve birkaç kez dövme şeklinde görerek şaşırmaktayım. Tuhaftır ki, Joy Division üyeleri 76’da Sex Pistols’ın Manchester’da verdiği ilk konsere gitmeseydi belki, Anıl koluna dövme yaptırmayacak, Selin internetten tişört almayacaktı.

O konsere çocukluktan beri arkadaş olan Bernard Sumner ve Peter Hook gitmiştir. Sahnede gördükleri popstar tabusunu kıran bu zıt tutumdan oldukça etkilenip, ilerleyen günlerde yanlarına Terry Mason’ı alıp 77’de kendi gruplarını kurmuşlardır. Vokal için verdikleri ilanı gören Ian Curtis de gruba son katılan üye olmuştur. Grubun adı başta Warsaw olarak belirlenmiştir. En son davula Brotherdale gelmiş ve bir demo kaydetmişlerdir. Agresif yapıda bir punk rock’tır henüz yaptıkları. (en alt videoda bulabilirsiniz)

Bu demodan sonra, Brotherdale gruptan ayrılır ve davula daimi üye Stephen Morris alınır ve 78’de grup ismini Joy Division olarak değiştirir. İlk EP’si, An Ideal for Living’i yayınlar. Bu EP, Joy Division’ın punk etkilenimlerini yansıtır. Hızlı, agresif klasik punk rock parçaların yoğunlukta olduğu albümde ilk defa Leaders of Men gibi, Joy Division’ın kendine has stilini çağrıştıran bir şarkı yer alacaktır. Albüm kapağında trampet çalan Nazi genci vardır. İsminin kökeninden ve yayınladığı albüm kapağından dolayı grubun neden Nazilerle kafayı bu kadar bozduğu düşünülür ve Nazi sempatizanı olarak suçlanır. Fakat grup üyeleri bunun sebebinin İngiltere’deki neo-nazi oluşumlara bir tepki ve II. Dünya savaşı’nda yer almış babalarının, dedelerinin anısına olduğunu söylemiştir. Aynı yılın aralık ayında Londra’da bir konserde Ian Curtis ilk defa dışarıdan fark edilen bir epilepsi atağı geçirir ve hastaneye kaldırılır. Fakat bu Joy Division’ın kariyerini etkilemez. 79’da NME dergisinin kapağında yer bulurlar ve İngiltere’nin belki de dünya tarihinin bir numaralı müzik radyocusu ve yetenek avcısı John Peel’ın BBC’deki programında konser verirler. Bir sonraki sene ilk albümleri Unknown Pleasures, Factory Records etiketiyle çıkar. Albümün kapağı Peter Seville tarafından tasarlanır. Tasarımın çıkış noktası ilginçtir:

1967’de Cambridge Üniversitesi bir nötron yıldızı keşfeder. Bu yıldızı dinlediklerinde kalp ritmine benzer düzenli bir atış duyarlar ve bu yüzden ismini Pulsar koyarlar. Sonrasında bu yıldızın radyo dalgalarını çıkarırlar ve 77’de Cambridge Astronomi Ansiklopedisi’nde yayınlarlar. Davulcu Stephen Morris bu basımı görür ve Seville baskı ve renklerle oynayarak kapağı oluşturur. [2]

Unknown Pleasures, daha önceki Joy Division demo ve kayıtlarından çok farklıdır. İlk olarak daha önceki kayıtlarındaki net punk etkilenimi olduğu kadar, punk olmayan bir etkilenim de vardır. Daha önce agresifliğini dışa vuran bir müzikken, bu sefer bu agresifliği edebiyatla bastırmaya çalışmaktadır. Daha karanlık bir ruhla karşı karşıya bırakmaktadır bizi. Peki ne oldu da Joy Division, Unknown Pleasures’da gördüğümüz değişimi yaşadı? Ian Curtis’in ruh hali veya Manchester’ın kasvetli havası sabitken, birkaç seneye göre ne değişti? Geriye kalan tek seçenek kuşkusuz farklı kayıt teknikleri deneyen prodüktör Martin Hannett’ın yönlendirmeleri. Şu çok açık ki Martin Hannett, Joy Division ile farklı bir şey yapmak istemiştir. Hook kayıtlar sırasında Hannett’in kasıtlı olarak kafalarını karıştırdığını  böylece hiç beklenmedik sesler elde etmeyi amaçladığını söylemiştir. Alışılmadık derinlik sağlayan farklı efektler kullanmıştır. Bunun dışında manyetik dalgalar yaratan çeşitli cihazlarla sesler elde etmiş; teyp yankıları, şişe kırma sesleri, nefes alıp-verme sesleri, ayak adımları, tuvalet sesleri, çerez yeme sesi kullanmıştır.

Keskin/kaotik elektro gitarlar; Curtis’in robotik/hipnotize edici bariton vokalleri; drum-machine tonunda tekrara dayalı, sanki kocaman ve boş bir mağarada çalınıyormuş gibi yankı yaratarak tınlayan davul ritimleri ve tok ve dominant baslar. Hannett tüm bunları birleştirerek kapkaranlık, tekinsiz bir hava yaratmıştır. Bu bir prodüktörün de, en az grup üyeleri kadar bir albümde etkisi olduğunun en açık örneklerinden biridir. Hatta Hannett müzisyenleri kendi yöntemiyle işleyerek kafasındakileri ortaya çıkarmıştır. Epilepsi ataklarını baskılamak için kendini sıkan bir his veren stil, sadece vokale özgü değildir. Bu gerginliğe tüm enstrümanlar uyum sağlar. Sanki bas da epilepsi atağı geçirmemek için uğraşır. Tüm bu gerginliğe histerik, uğursuz gitar rifleri eşlik eder. Albümün bu kaotik atmosferinden Hook, başta hayal kırıklığına uğradığını belirtmiş, konserlerinde oldukça yüksek ve sert çalan grubun albümde özellikle gitarlar sebebiyle ağır ve kasvetli kaldığından yakınmıştır. Hook, yıllar sonra 2006’da verdiği bir röportajda, Unknown Pleasures’ın istediği bir sound olmadığını fakat Hannett’ın mükemmel bir iş çıkardığını ve Joy Division karakterini yaratanın Hannett olduğunu söylemiştir.

Albüm 18,000 pound’a mal olmuştur ve albümden single yayımlanmamıştır.

Şiirsel anlatımıyla umudun ve nihilizmin garip bir birlikteliğini sergileyen Unknown Pleasures’dan yaklaşık 1 sene sonra ikinci albüm Closer’ı kaydettikten sonra, Ian Curtis intihar etmiştir. Closer, Curtis’in ölümünden sonra yayımlanmıştır.

Daha önce de söylediğim gibi, post-punk ne Unknown Pleasures ile başlamış ne de Ian Curtis’in ölümüyle sona ermiştir. Unknown Pleasures, sadece benzerine rastlanmamış ve ne kadar taklit edilirse edilsin rastlanamaycak bir tür kara müzik klasiğidir.

Grubun kuruluş aşamasını merak edenler için Control ve 24 Hour Party People filmlerini tavsiye ederim.

Ayrıca albümle ilgili söylemem gerekir ki; Stephen Morris’in davulculuğu harikuladedir. Bir ritim basit olsun veya olmasın fark etmez, üst üste aynı döngüyü çalmak oldukça zordur ve bir süre sonra çalan kişide kafa karışıklığı ve zamanlama problemleri yaratabilir. Stephen Morris bu açıdan davul dersi vermiştir. Minimal stili Joy Division’ın en dikkat çekici noktalarından biri olmuştur. Benzetme yapmam gerekirse Erik Satie’nin piyano vuruşlarına benzer mantıkta bir sadelik ama vuruculukta davulunu kullanmıştır. Kısaca az ama öz çalmıştır.

Mustafa Şardan