Grizzly Bear – Painted Ruins (2017)

İçinde belli bir gizem taşıyan müzikleri hangimiz sevmeyiz? Mutlaklıkla muğlaklık arasında gidip gelen, derdi anlaşılamayan müzikler her anlama, duyguya yorulabilir ne de olsa.

Özgürleştirici bir histir. Radiohead bu kulvarda akla ilk gelen gruplar arasında yer alıyor olsa gerek. Bir diğer örnek olan Grizzly Bear ise hipnotize edici, karmaşık yapılı bir saykodelik pop çizgisini kariyerinin başından beri koruyor. Kaldı ki Radiohead gitaristi Jonny Greenwood da grubun sıkı hayranları arasında zaten.

Grizzly Bear’ın müziğini bir yapbozun parçaları gibi değerlendirebilirsiniz, her köşe üstünde durulmayı bekleyen kritik bir yapı taşı gibi. Grubun beyni Ed Droste ise bu yapbozu ufak bir eğlence olarak görmeyi tercih ediyor. Hal böyle olunca ortaya karmaşık, katmanlı ve çok eğlenceli müzikler çıkıyor; karmaşık ve keskin bir zekanın ürünü olan bir indie rock projesi.

2012 tarihli Shields’ın devam filmi olan Painted Ruins’te Grizzly Bear’ı her zamanki kadar gizemli ve canlı buluyoruz. Açılış parçası “Wasted Acres”ın huzurlu deneyselliğinden “Sky Took Hold”un yüksek menzilli saykodelikliğine uzanan öngörülemez bir iş olmuş Painted Ruins.

Aslında bütün bu meselenin esprili de bir yanı var: Grup üyeleri, Shields’tan bu yana geçen 5 yıllık süre boyunca, piyasadaki taze eserler böylesine hızlı bir şekilde tüketilmeye başlamışken yeni bir albümün nasıl karşılanacağına pek emin değilmiş. Tam da bu duruma cevap olarak ilk bakışta basit ve hazmı kolay görünen, karmaşık kompozisyonlar mevcut bu albümde. Tekrar dinledikçe meselenin özüne inmekten ne kadar uzakta olduğunuzu kavrıyorsunuz; zira meselenin özü bu albümün dört bir yanına dağılmış ve bir o kadar da albümün hiçbir yerinde bulunmuyor. Böylesine saçma bir cümle ancak Grizzly Bear gibi mantık aramayan gruplarda anlam kazanır zaten.

Ed Droste bu durumu “Bir albümü her dinlememde yeni şeyler keşfetmek isterim, müziğimiz de bu yüzden daima keşfedilmeye açıktır,” sözüyle açıklıyor.

Müziğin gücünü belirleyen temel unsurlardan biri enstrümanların birbiri arasında girdiği rekabet olmuş Painted Ruins’te. Bu rekabetin oldukça saygılı bir rekabet olduğunu da eklemek lazım; birbirini ittirip kaktırarak oyun oynayan, büyüyememiş çocukların yıllara göğüs germiş dostluğunu izliyor gibiyiz. Üstüne biraz düşünürseniz çok da normal bir durum bu, aradan geçen 15 yılda eğlenerek müzik yapmayı hiç ihmal etmemiş bir grup Grizzly Bear. İster “Neighbors”un tahrip ediciliğinde olsun, ister “Mourning Sound”un taşıdığı disko arkaplanında; beste icrasında sözü geçen “sevdiğim işi yapıyorum” hissiyatı daima orada bir yerde geziniyor. “Four Cypresses”, “Three Rings” ve “Glass Hillside” gibi birbirinden oldukça farklı parçaları ortak bir zeminde buluşturup o kendine has Grizzly Bear sounduna katkıda bulunan şey de tam olarak bu.

Grizzly Bear bizi henüz hayal kırıklığına uğratmadı ve kendi yarattıkları akıntıda kürek çekmeye devam ettikleri sürece de uğratmayacaklar. Bu özelliği taşıyan grupların varlığı zor anlarımızda daima bize destek sunacaktır, her şey bir kulaklık uzağımızda. Painted Ruins’i dinlediğiniz kulaklığın kalitesiyle doğru orantılı olarak aldığınız zevk artacaktır. Keşfedilecek çok şey var, anlamadan sevecek… Ganimetler orada, sizi bekliyor.