Gazpacho – Soyuz (2018)


Apollo 11’in Ay’a inişinden 2 yıl evvel, Birleşik Devletler ile Sovyetler arasındaki uzaya atılma yarışı oldukça hararetli seyrediyordu. Lenin’in talimatıyla uçuşa hazırlanan “Soyuz” (türkçesi “Birlik”) serisi uzay araçlarının ilki, bu ego kapışması yüzünden doğru düzgün teste tabi tutulmadan apar topar fırlatılınca görev başındaki kozmonot Vladimir Komarov’un kaderi de çizilmiş oldu. Bu trajik pozisyonun yedeği olarak düşünülen isim Yuri Gagarin idi. Halefi Komarov, onun gibi bir madalya törenine kavuşamadan aracıyla birlikte yeryüzüne çakıldı. (Bir yıl sonra Gagarin’in de bir uçak kazasında ölmesi ilginç bir detay.) Bu iki insanın ortak yönü ise ölümlerinden önce Dünya’ya tepeden bakıp, tarifi -hele o yıllar için- mümkün olmayan bir anıya kavuşabilmeleri… Kısacık bir saniye için bile olsa.

Gazpacho tayfası, yeni albüm Soyuz’un konseptini işte böyle “zamanda donup kalmış” anları, manzaraları, hisleri düşünerek şekillendirmiş. Farklı hayatların, hikayelerin bu bağlamdaki bir kesişim kümesini çıkarmaya çalışmış. Fazlasıyla izlenimci, nota vuruşu olarak biraz ambient, biraz post-rock hisler veren bir iş çıkmış ortaya. Her zamanki kadar melankolik, her zamanki kadar düşünceli ama bir o kadar da hayat aşılıyor temas halinde. Norveç’in progresif müzik sahnesinde yer alan bu çok değerli art-rock ekibinin en başarıyla kotardığı şey de dinleyicisinde bu etkiyi bırakmak zaten. Son albümleri Molok, uzun şarkı miktarını oldukça azaltmıştı; 3 yıllık arayı sonlandıran Soyuz da bir-iki epik şarkı hariç bu yolu sürdürüyor. Üzgün müyüz? İşlev ortadan kaybolmadığı sürece cevabımız hayır. Soyuz, kariyeri boyunca şaheserlere doymayan bir grubun şaheser olmaya çok yakın bir çalışması.

Açılıştaki “Soyuz One” sapına kadar, neredeyse arsız derecede Gazpacho‘ya has bir icra.  Söz konusu uzay mekiğinin kalkışında ağırlanıyor gibi hissediyoruz, görkemli ve hüzünlü tonlar, ansızın giren kasvetli bir gitar, en sonda ise kıyamet öncesindeki son mutlu anları ileten bir keman var. Ağırbaşlı ve beklediğimiz zirve noktasını -muhtemelen kasıtlı olarak- getirmeyen bir parça. Daha yolun başındayız sonuçta. İkinci şarkı “Hypomania” için her yerde “Radiohead’in kayıp şarkılarından biri” yorumu yapılıyor. Erken dönem Radiohead, hatta ondan da çok erken dönem Muse sevenlerin ıskalamaması lazım. “Exit Suite” usul usul ilerleyen, oldukça tanıdık tınlayan bir güzellik. “Emperor Bespoke”‘a ilham veren isim, Danimarkalı masal yazarı Hans Christian Andersen‘mış. Banjosuyla, harpiskord’uyla ninni gibi ilerleyen, 8 dakika boyunca yükselen mütevazı tavırlı bir şaheser.

“Sky Burial”, Tibet’teki Budistlerin cenaze merasimini öteki taraftan kopup gelen ses efektlerinin de yardımıyla resmediyor. “Fleeting Things” albümün en akılda kalıcı, en fazla gönlü çalacak şarkısı olabilir, neredeyse –Gazpacho usulünce- bir pop baladı dinliyoruz. Ardından çoktandır beklediğimiz o zirve gelip çatıyor: 13 dakikalık “Soyuz Out”, süresi kadar uğursuz ve tekinsiz başlıyor; uzayda yavaşça yükselip düşüşe geçerken gözümüzün önünde kocaman bir gökyüzü canlandırmayı başarıyor. Hüzünlü bir umut sarıyor dört bir yanımızı. “Rappaccini” son sözü bu umudun kırıntılarıyla kaleme alıyor, bu kısacık yolculuk böylece sonlanıyor.

Memlekette adı duyulsa patlayıp gidecek gruplardan biri Gazpacho. Ama olmuyor, olamıyor bir türlü. Şimdilik oldukça sınırlı sayıdaki hayran kitlelerine dahil olmak isterseniz, bir koşu gidip diskografilerini sindirebilirsiniz. Afiyetle, sabırla bünyenize almayı unutmayın. Damarınızı doğru noktadan vurdukları sürece gerisi gelir. O halde o klasik soruyla bitirelim yazıyı: “Bunca yıldır adını İspanya’ya özgü bir domates çorbasından alan Gazpacho, karizmasına yakışmayan bu hareketle ne yapmak, nereye varmak istemektedir?”

PUANLAMA: 8.5/10