Eylül’ün Yerlileri, Eylül’ün Yabancıları: 5 Alternatif Albüm

Ne kadar fonetik bir kelime olduğu bahanesini bir kenara bırakacak olursak Eylül ayının kendine has bir güzelliği olduğunu çoğu zaman unuturuz. Yaz mevsimine fazlasıyla odaklandığımız için böyledir bu belki de. Şahsen başlı başına Eylül ayını bütün bir yaz sezonuna tercih ederim, hele büyük bir şehirde yaşıyorsam. Uzaklara kaçmak ile eve, emeğe dönüş arasındaki geçiş sürecini yaşadık yine bu ay, tatilin yorgunluğu üstümüzde ama mutluyuz; iş-okul temposu yeni yeni başladı, tekrar bunalana kadar önümüzde biraz daha vakit var. O eski tatlı sonbahar havaları hafiften bipolarlık belirtileri göstermeye başlasa da belli başlı sonbahar tatlılıkları baki. Ciğer tazeleyen yağışlar, hafif sert esintiler… Ve müzik! Müzik sahnesi bu aylarda genelde canlı olur, bu sene de durum farklı değil. Öyle ki keşfedilmeyi bekleyen bir albümler seli önümüzde uzanırken arada gözden kaçırdığımız cevherler de olabiliyor. Eylülü bir hafta kadar geride bırakmışken bu ay göz atamadığımız 3 yerli ve 3 yabancı albümün hakkını birer paragrafta teslim etmek istedim.

Wolf Alice – Visions of A Life: Birçoğumuz Wolf Alice ismini T2 Trainspotting ile duyduk, grup üyeleri de isimlerini geniş kitlelere duyurduğu için film ekibine minnettar olduklarını ifade ettiler zaten. Şimdi hikayeyi sürdürme, rüştü yeniden ispatlama zamanı geldi. Son albüm Visions of A Life ise bu gayeyi fazlasıyla yerine getirmişe benziyor. Post-britpop dememiz münasip duruyor bu şarkıların tarzına. Ait oldukları Britanyalı kültürde çok büyük potansiyel sahibi, harika duygular yaşatmasını bilen bir grup Wolf Alice. Takipte kalmak gerek.

Chelsea Wolfe – Hiss Spun: Chelsea Wolfe’un müziği belli sınırlara dayanmıyor. Dinlerken kendi özgürlüğümüzün tutsağı gibi görmeye başlıyoruz kendimizi, bu her ne demekse. Besteler albümden albüme karanlık bir hal alıyor; biz de giderek koyulaşan bir boşlukta süzülüyoruz. Wolfe’un zarafeti de tam olarak bu özgürleştirici damardan geliyor sanki; Hiss Spun’da hepten doom/sludge metal sularına giren Wolfe’un bir sonraki albümünde yumuşaması sertleşmesinden daha olası duruyor; fakat çok da büyük konuşmamak lazım, karşımızda gerçek bir sanatçı var ve özgür sanatın sınırları olmaz.

Motorpsycho – The Tower: Norveç’in kanımca en değeri bilinmeyen progressive rock ekiplerinden Motorpsycho, 20 küsur sene boyunca neredeyse her yıla bir albüm yetiştirmiş aşırı çalışkan bir oluşum. Müzik konusundaki hırslarının skalasını gösteren son albümleri The Tower, adı üstünde bir kuleye tırmanışı konu edinen, 2 saat uzunluğunda, canavar gibi bir albüm. Her zamankinden sert bir üslup taşıyan bu canavarın içine girebilmek ise tabiri caizse yürek isteyen bir iş. Ama hayatta attığımız her büyük adım yürek ister zaten, Motorpsycho da bu konsepti iyi anlamışa benziyor.

Taner Öngür & 43.75 – Elektrik Gramofon: Listenin belki de en özel albümü. Taner Öngür, Moğollar’ın Cahit Berkay’dan sonraki en eski üyesi. Ana grubuyla ilgilendiği zamanların dışında da oldukça çalışkan ve aktivist bir müzisyen. Yan grubu 43.75’i arkasına alarak kaydettiği Elektrik Gramofon’daki şarkıların ise bazen 50, bazen 100 yıl önceki İstanbul’a göz kırpan bir nostaljisi var. Kaybolmuş, unutulmuş veya sadece sahip çıkılmamış eski İstanbul şarkıları, Elektrik Gramofon’da surf rock tadında yeniden yorumlanmış. Plak koleksiyoncularının elinde bulundurması, geri kalan herkesin muhakkak bir şekilde kulak vermesi gereken çok nitelikli bir iş.

Akın Sevgör – Routine: İlk albümü Ars Nova ile tanıyıp sevdiğimiz Akın Sevgör, sıradaki albümü için bir köprü vazifesi gören Routine kısaçalarını geçtiğimiz günlerde yayımladı. Fakat köprü kelimesi sakın sizi müziğin gücü konusunda tereddütte bırakmasın; bu albümde kendi tarzında basamakları adım adım tırmanan bir sanatçının keşiflerini dinliyoruz ve çıta da hayli yüksekte duruyor. Yerel öğeleri, tekinsizlikten geçilmeyen elektronik bir zeminegizli gizli yediren sağlam bir sentez müziği bu. Çok boyutlu, bol dönemeçli, sürprizlere gebe 4 şarkı boyunca bizi boyutlar arası bir gezintiye çıkarıyor Sevgör. Bundan sonra neyle karşılaşacağımızı merakla beklerken “Routine”, “Waves” gibi şarkıların peşinde sürükleniyoruz.