David Duchovny – Every Third Thought (2018)

Yıllardır aktörlüğüyle başarı ve takdir kazanmış birisinin ansızın müzik yapmaya başlaması, ön yargıları üst düzeye çıkaran bir durum. Söz konusu kişi sevdiğimiz dizi/filmlerde, sevdiğimiz karakterlerle özdeşleşmişse içimizdeki ön yargıyı daha bir kırasımız geliyor. Bunun son yıllardaki en iyi örneği Hugh Laurie olsa gerek. Yıllar yılı Doktor House rolüyle özdeşleşen Laurie, eski blues şarkılarını yorumladığı albümü Let Them Talk sevilince bu yaşından sonra bir de müzisyen olarak patladı gitti; üstüne bir albüm daha çıkardı, konserden konsere koşarken yolu İstanbul’a bile düştü.

Benzer bir başarıyı -belki aynı ilgiyi görmese de- David Duchovny yakalamış gözüküyor. Önce The X-Files‘ın Ajan Mulder’ı, sonra küçük bir payda Twin Peaks‘in transseksüel Denise’i olarak aklımızda kalan; yeni yüzyılda Californication ile adeta samimiyet dersi veren David Duchovny‘yi diyorum. Bu dizilerden birini bile izlediyseniz muhtemelen çok sevip saydığınız biridir kendisi. 2015’te ise sessiz sedasız folk müzikli ilk stüdyo albümü Hell or Highwater‘ı çıkarmıştı, kulak verince sevmiştik. Devam filmi şimdi geldi, bir süre kulaklarımızdan silinecek gibi de durmuyor: Every Third Thought.

Albüm indie rock soslu “Half Life” ile açıldığında anlıyoruz ki Duchovny bu defa amfilerin sesini açmış, daha elektrikli bir müzik peşinde koşuyor. Mevzular oldukça şahsi. İlk albüm eşi Tea Leoni‘yle ayrılığının ertesine denk gelmişti, bu şarkıda da o boşanmanın izlerini görüyoruz. Şarkı yazarının dediğine bakılırsa biraz da bilimsel sualler içeren bir şarkı bu. Albümün de en iyilerinden biri. Peşinden gelen “Every Third Thought” merakımızı körüklüyor. Spiritüel, dini yansımalardan güç alan şarkılar da mevcut; “Maybe I Can’t” gibi, “Stranger In a Sacred Heart” gibi. “Mo'” tarz olarak ilk albümden kopup gelmiş gibi dururken “When The Whistle Blows”da rock’n roll iyice ön plana çıkıyor. Duchovny‘nin yazımına dahil olmadığı tek şarkı “Spiral” imiş, peşinden gelen “Roman Coin” dünyaya kapsamlı bir bakış atıyor. Kapanışa ise çok estetik durduğu için “Marble Sun” yerleştirilmiş.

Duchovny kendine açtığı müzikal yolda ilerlemeye devam edecek mi? Şahsen bunu çok isterim. Doğru, belki bu şarkıları tanımadığımız birisi yapsaydı ikinci kez dönüp bakmazdık; ancak varolan her nota 60’ına yaklaşan bir dostun size gitar çalıp dertlenmesi gibi gelince, samimiyeti hissedince ister istemez bir büyüsü oluyor işin. Haliyle dahasını dinlemeyi dört gözle bekliyoruz, öncesinde kulak vermek isterseniz hiç de fena olmayan bir katalog var.