Camdan Kayıkların İçinde: Tunng

Festivale yakışır bir temmuz sıcağı. Hasır şapkalar, bol tişörtler, soğuk içecekler. Rehavet ve mayışma hali arasındaki ince çizgide kaybolanlar yerde sere serpe uzanmış halde. Sahneden yüksek bir müzik sesi kulaklara ulaşıyor; ama havaya çarpıp geri dönüyor. Bu müzik, sıcak hava duvarını aşacak kadar güçlü değil, başka bir şey lazım.

Eldeki dergilerin, broşürlerin hatta kağıt olan ne varsa yüze doğru hafifçe savrulduğu o anlardan birinde sahnede birtakım kıpırtılar oluyor. Yüksek sesli müzik kısılıyor, beş kişilik bir grup hazırlık yapıyor. Herkes kayıtsızlığına devam ederken müzik başlıyor. Hafif bir tını; ruha değen cinsten. Az önceki müzik kadar hileli değil; yüksek frekansların oyunları yok. Tınıların kaynakları, müzik aletleri, birleşiyor. Güçlü bileşim sıcak hava duvarını aşmaya hazırlanıyor. Birden fazla denemeye gerek yok. Sonuç başarılı!

Bu başarının sahibi Tunng isimli deneysel bir grup. Folk müziğinin en önemli parçası olan zengin enstrümanlar da başarılarının sırrı. Tabi ki her şey bu kadar basit değil…

Bu İngiliz grubun temelleri 2000’lerin başına dayanıyor. Grubun eski üyelerinden Sam Genders ve grupta halen varlığını sürdüren Mike Lindsay önceleri bu işe sadece proje olarak bakarken, gruba başka üyelerin de eklenmesiyle proje ciddi bir boyut kazanıyor. İlk olarak 2004 yılında “Tale from Black” isimli single’ın çıkmasıyla onlar için müzik hayatı hızlı bir hal alıyor. 2005 yılında çıkan ilk albümleri“Mother’s Daughter and Other Songs” da bunun bir kanıtı. Albümde birçok enstrümanın bir arada kullanılması albümü farklı kılan özelliklerden sadece biri. 2006 yılında ise “Comments of the Inner Chorus” albümüyle Tunng, farklarını daha profesyonel bir albümle taçlandırmış oluyor. Hız kesmeyen grup bir yıl sonra yeni bir albümle tekrar dinleyicilerin karşısına çıkıyor: “Good Arrows”.Bu kez şarkılara kendi aralarındaki konuşmaları da eklemeye başlıyorlar. Bu küçük ekler Tunng’u daha orijinal bir havaya bürüyor; bununla yetinmeyen grup, teknolojinin nimetlerinden yararlanmayı da ihmal etmiyor. Elektronik müzikle birleşen enstrümantal zenginlik grubun imzasını yaratıyor. Ama bu imzanın mürekkebi, elektronik müzik ve farklı müzik aletlerinden öte, bunların kullanılış biçimi. Şarkıların içindeki cızırtılar, değişik sesler, konuşmalar… Tüm bunlar Tunng’u folktronica türünün öncüsü yapmaya yetecek nitelikte.

Üç albümlük zaman diliminin ardından grup bir süre single’larla yoluna devam ediyor. Bunların içinden “Hustle” single’ı en çok öne çıkanlardan, dinlemeye değer olanlardan; fakat “Bricks” ve “Bullets”a da haksızlık yapmamak lazım. Üç yıllık aradan sonra, 2010 yılında dördüncü albüm de grubun müzik kariyerinde yerini alıyor. “…And Then We Saw Land”.

Kısa zamanda kalıcı işlerde yer alan grubun yaptıkları yalnızca bunlardan ibaret değil. The O.C. ve Weeds gibi dizilerin ve birçok reklamın fonunda kulağa çarpan müzikler de Tunng’a ait.

Gel gelelim grubun Türkiye’deki maceralarına… Tunng ilk olarak üçüncü albümleri sonrasında, 2008 yılında Babylon’da izleyiciyle buluşuyor, son buluşma ise Rock’n Coke 2011’de gerçekleşmiş bulunmakta. Benim Tunng’la tanışma hikayem de bir temmuz ikindisinde, bu festivalde gerçekleşiyor. Hikayenin başında, sahnede hazırlıklarına başlayan beşliden artık bihaber olmadığımıza göre, sıcak hava duvarının aşıldığı ana geri dönebiliriz.

Keman, gitar, klavye, deniz kabukları… Bir müzik yaratabilecek her türlü şey Tunng için eşsiz birer araç olsa gerek. Müziğin içeriğini sorgulamanın anlamı yok aslında; vakit sınırlı. Aşılmış sıcak hava duvarından faydalanmak gerekiyor. Temmuz ikindisi mekan değiştiriyor, hafifçe akan bir nehirdeyiz şimdi. Camdan kayıkların içinde. Deniz kabuklarını, renkli balıkları görebiliyoruz. Sıcakla birlikte yüzümüzü yalayan rüzgarı hissedebiliyoruz. Müzik zaman/mekan dinlemiyor ve camdan kayıkların içinde hafifçe sallıyor bizi.

Bir mucize yaşıyoruz. Teşekkürler Tunng.

Yankı Yıldırım